sonunda yolculuk günü geldi. geliriz deyip de gelemeyenler olmasına karşın 30 kişiden fazlaydık. cuma akşam istanbul'dan gülüş cümbüş otobüse bindik, gözlerimizi sabah aksaray'da açtık. karşımızda hasan dağı. ihtişamlı kütlesini uzun uzun seyrettik. sonra niğde ve aladağlar. türkiye'nin en güzel dağları.
kampı birlikte atarız diyorduk ama benim hanımın yük taşıyamayacak olması ve traktöre de binememesi nedeniyle ekiple daha en baştan vedalaşmak zorunda kaldık. herkes demirkazık köyü'nden traktöre binerken biz iki çift yürümeye başladık. hedef sokullu pınarı kamp yeri. (biz kampımızı oraya atacağız, diğerleriyse yüklerini orada bekleyen katırlara verip çelikbuyduran geçidindeki kamp yerine devam edecekler.) yaklaşık bir buçuk saatlik hafif tempo bir yürüyüşün ardından, öğlenden hemen sonra sokullu pınarı kamp yerine ulaştık. her zamanki gibi ben çadırı kurarken meltem de yemek yapmaya koyuldu. günün kalanı aladağların az bulunur yeşil yerlerinden birisinde, kara kıl çadırın altında muhabbet ederek, yiyip içerek geçti. iki çadır ama bol muhabbet. hafif hafif yağan yağmur bize eşlik etti...
herhangi bir zirveyi tam olarak hedeflememiştik gelirken, çünkü durumumuz biraz belirsizdi. ama teknik zorluk içermiyor olması nedeniyle emler'e (3.723 m.) gitmeye karar verdik. yalnızca yürüyüş, ne de olsa tatlı su dağcısıyız biz. bünyeyi zorlamamak lazım.
sorduk soruşturduk sokullu pınarı kamp yerinden gidiş 7 saat dönüş 6 saat sürer dediler. anlayacağınız epey uzak. aylardır sandalyeye yapışık yaşamış bünyem acaba bu durumu kaldırabilecek mi? "gece yarısı kalkalım, hava iyiyse çıkarız" dedik ve öyle de yaptık. gece yarısı kalktık, hava muhteşem. tek sorunumuz ayın olmaması. yani zifiri karanlık, hızla kahvaltı ettik, su hazırladık. saat 01.00'da tırmanışımız başladı.
hava o kadar karanlıktı ki ilk kez hayatımda kafa lambası ışığında tırmanmak zorunda kaldım. kafa lambası olmasa göz gözü görmüyor. adımımı koyduğum yeri göremiyorum, o kadar yani. lakin benim kafa lambası da çadır için, küçük birşey. pilleri de azalmış. kaldık mı zifiri karanlık gecede lambasız... neyse ki diğerlerinin lambaları zifiri karanlık gecede öyle bir aydınlatıyordu ki ben kendi önümü bile görüyordum.
önce hangi yolu takip edeceğimizi anlamakta zorlandıysak da yolu doğrultmamız fazla uzun sürmedi. karayalak vadisine vardıktan sonra da patikaları izleyerek yukarıda kamp yapan arkadaşlarımızın yanına doğru devam ettik. zifiri karanlıkta yükseldik, yükseldik. sonunda uzakta çadırlar ve kafa lambaları gördüğümüzde saat 04.00 olmuştu. ama bu kamp yeri bizim arkadaşlarımızın değil, explorer tur şirketininmiş. onlar da yarım saat sonra bizimle aynı zirveye hareket edeceklermiş, hazırlanıyorlardı. kısa bir sohbetin ardından arkadaşlarımızın olduğu kampa doğru devam ettik. çelikbuyduran kamp yerinin az aşağısındaki çanakta kamp atmışlar. oraya vardığımızda onlar da tırmanışa başlamak için son hazırlıklarını yapıyorlardı.
tırmanışa başlayan arkadaşlarımızın boşalan çadırlarında 20 dakika kadar dinlendikten sonra tekrar tırmanışa başladık. explorer ekibi bu sırada dinlenme kayasına ulaşmıştı, biz de onların ardına düştük. zirve epey bir kalabalık olacak anlaşılan.
kamptan ayrıldıktan bir saat sonra çelikbuyduran geçidine ulaştık. güneş de artık yüzünü göstermeye başlamıştı. uzun saatlerdir tırmanıyor olduğumuzdan ve iki gecedir uykusuz olduğumuzdan epey yavaş kaldık aslında. buna karşın zirveye ulaşmayı başardık. biz geldiğimizde explorer geri dönüşe geçmişti. zirvede yarım saat kadar oyalandıktan sonra biz de dönüşe geçtik. karanlıkta çıktığımız tüm yolu gerisin geri dönmemiz gerekiyordu.
biten sularımızı çelikbuyduran'da doldurup aşağı yöneldik. yorgun bedenlerimiz bizi yavaşlatıyordu ama yine de hızlı hareket etmeliydik. yoksa otobüse geç kalacaktık. hemen hiç durmadan, yavaş ama sürekli bir tempo ile inişe geçtik. arkadaşlarımızın kampında bile durmadık. altı uzun saat süren inişin sonunda yorgun argın kampımıza vardık. kamptan ayrıldığımız saatten itibaren tam on üç saat sonra yeniden kampa ulaşmıştık. 2.200 metredeki kamptan 3.723 metreye tırmanıp tekrar geri inmiştik. aydınlık olduğundan mıdır nedir, dönüş tırmanıştan daha uzun sürdü gibi geldi bize. karanlıkta polarlarla terk ettiğimiz kampa öğlen sıcağında ve sucuk gibi ter içinde geri döndük.
biraz dinlenip kampı topladıktan sonra tekrar çukurbağ köyüne doğru yoldan yürüyüşe geçtik. kestirme olsun diye sapıp yolu kaybetmemiz dışında vukuatsız bir biçimde köye ulaştık. gün sonunda toplam 15 saat yürümüştük. yeniden otobüsün koltuğuna oturduğumuzda ayaklarımıza inen kara sular artık yerlere akıyordu.
akşam yemeği ve gece yolculuğunun ardından pazartesi sabahı istanbul'a ve masama yeniden kavuşmanın sevincini yaşadım. geriye fotoğraflar ve ayaklarımın arkasındaki yaralar kaldı yadigar...
15 saat süren tırmanışı hamile olmasına karşın benden daha rahat bir biçimde gerçekleştiren sevgili eşimi çok tebrik etmek istiyorum. benim zavallı bedenim bile zor dayandı bu tırmanışa o gıkını bile çıkartmadı. dağların impalası...
araçtan indiğimiz andan araca tekrar binene kadar her adımında bize destek olan ve bizi hiç yalnız bırakmayan alper ve zeynep'e ayrıca teşekkür ederim. iyi ki varsınız... alper'in gözünden tırmanışı okumak için şuraya bakabilirsiniz. (alper'in resimlerinin en sonuncusunda boşluğa doğru bakan kişi benim. ama dikkat ederseniz zirvenin altındayım. yüksekten çok korkuyorum ben. o yüzden hep zirvenin biraz altında dolanıyorum. o çok rüzgarlı sipsivri zirvelerde ayakta duramıyorum pek. tatlı su dağcısı dediğin de böyle olur zaten.)
1 yorum:
Yorumun icin cok tesekkurler...Ama tirmanista tebrik edilmesi gereken kisi , ben degil Zeynep cunku asagiya hepimizden once inip once kendi cadirini topladi sonra da bizim cadiri toplamamiza yardim etti , bitmek tukenmek bilmeyen enerjisi ve destegi icin ona cok tesekkur ediyorum .meltem
Yorum Gönder