cumartesi günü hava kapalı, pazar da yağışlıydı. hevesim cumartesi günü ballıkayalar'a gitmek ve biraz tırmanmaktı ama olmadı ne yazık ki. ramazan ayında olduğumuz ve hava kapalı olduğu için hevesim gelmedi. pazar günü ise çok eski bir arkadaşım bizimle birlikteydi. eskilerden ve hayat hakkında yeni öğrendiklerimizden konuştuk. ben de yeni etkinlik olmadığından eskilerden birşeyler yazayım diye düşündüm.
çocukluğumdan beri ailemin hep bir arabası oldu ve babam araba kullanmayı tüm aileye öğretme konusunda çok hevesliydi. hepimiz araba kullanmayı babamın krem renkli, murat 131 şahin model arabasında öğrendik. ben de araba kullanmayı, 12 yaşımda, trafiğe kapalı alanlarda işte bu arabada öğrendim. ama hiçbir zaman arabayı kaçırmak ya da arkadaşlarımı arabayla gezdirmek gibi bir hevesim olmadı. denize gideceğimiz zaman herkes arabayla giderken ben bisikletle gitmeyi tercih ederdim. ehliyetimi de 22 yaşında, ailemin zorlamasıyla aldım. arabalar hiçbir zaman sevdam olmadı.
oysa motosikletle ilişkim bambaşka gelişti. amcalarımın en küçüğü beni 14 yaşımdayken köyde duran, rus malı motosikletine bindirdi. beni arkasına oturtup cross türü motoruyla bayır aşağı, bayır yukarı sürdü tüm gün. günün sonunda da benim kullanmama izin verdi ama ben debriyajı yavaş bırakmam gerektiğini bilmediğimden motoru tek tekere kaldırdım. o korkuyla o gün bir daha binmedim. buna karşın tadını almıştım, yeşilliklerin arasında sürüşün verdiği özgürlük duygusunu bugün bile hatırlarım. o günden sonra, sürekli motosiklet edinmeyi düşünür olmuştum.
o yıl içinde motosiklet dergilerine abone oldum, bu sayede motosikletler hakkında epey şey öğrendim. motosiklet resimleri odamın duvarlarını süslemeye başladı. bir tane edinmeliydim mutlaka. ama bizimkiler motosiklet edinmek istediğimi öğrendiklerinde çevrelerinde konuyu soruşturmaya ve buldukları tüm olumsuz verileri motosiklet almamam için önüme sunmaya başladılar: birisi almış romatizma olmuş, birisi almış sinüzit olmuş, birisi geçenlerde kaza yapmış...
günlerden bir gün evimizin yakınlarında satılık çok ucuz bir motosiklet gördüm. honda marka, 500 cc, yüz on bin kilometre yol yapmış, göstergeleri bozuk ama motoru çok iyi durumda bir motosikletti. o kadar ucuzdu ki bisiklet fiyatınaydı neredeyse. sahibine ucuz olmasının nedenini sorduğumda plakasının adana'da olduğunu, işlemlerle uğraşmak istemediği için düşük fiyat çektiğini, zaten kendisine yeni bir motosiklet aldığını söylemişti. bu fiyatla ailemi ikna edebilirdim. akşam annemle babama konuyu açtım. tüm riskine karşın motosikleti görmeye annemi ikna etmeyi başardım ve ilginçtir annem de motosikleti görünce çok beğendi. fiyatının da çok uygun olduğunu, konuyu düşünebileceğini söyledi.
düşündü de. bir-iki gün düşündükten sonra bana: "motosikleti çok beğenmiş olmama karşın almak istemiyorum. çünkü seni tanıyorum, alırsam bütün yaz senin yüzünü göremem." dedi. "bütün yaz sürekli gezer, hiç üzerinden inmezsin. bunu da ben istemiyorum. çünkü trafik beni korkutuyor. hem yanımda olmadığında seni çok özlerim." dedi. annem çok zeki bir kadın, beni tam 12'den vurdu. gerçekten de o motosikletin alınması halinde tek hayalim bütün yaz boyu gezmekti, dur durak bilmeden yol yapmayı düşlüyordum sürekli. arkadaşlarımdan isimlerini duyduğum, ege'nin güzel sahil beldelerinin hepsini görmek istiyordum. kaza tezlerine karşı antitezlerim hazırdı, ama bu tez karşısında yenilmiştim.
kendim para biriktirmeyi denedim ama öğrenci harçlığıyla bana gereken rakamların yakınına bile yaklaşamıyordum. üstüne üstlük enflasyon yüzünden biriktirdiğim para sürekli eriyordu. para biriktirmeye çalışmak anlamsızdı.
umutlarım kaybolduğunda bisikletim hep yanımdaydı. bisiklete binmeyi de çok seviyordum. bir de bisiklet çok masrafsızdı. tamirini de kendim yaptığımdan yazları sürekli üzerindeydim. hatta bir-iki uzun tura bile çıktım.
2005 ağustos'unda istanbul'a taşınınca hem dağcı, hem de motosikletçi bir çevrem oldu. onların sayesinde küllenen motosiklet hevesim yeniden alevlendi. meltem motosiklete ailevi nedenlerden hiç bulaşmamıştı ama o da epey istekliydi. böylece ikimiz de 2007 başında motosiklet ehliyeti almaya karar verdik.
yalnızca ehliyet işlemlerini yapacak bir sürücü kursundan değil de bize motosiklet kullanmayı da öğretecek bir kurstan ehliyet almak istiyorduk. bir de elbette fiyatı uygun olmalıydı. araştırdık soruşturduk kadıköy'de bir kursta karar kıldık. bize "sınavı geçecek kadar" kullanmayı öğreteceklerdi. hem bisiklet ve hem de araba kullanmayı biliyor olduğumuzdan motosikleti de çok kolay öğreneceğimizi söylediler. ayrıca elimize sınavda çıkacak sorulara benzer 'deneme sınavları' tutuşturdular.
her ikimiz de ilk eğitimde otomatik vitesli, scooter türü motosikleti kullanmayı başarınca, ki zaten bisiklete binmeyi bilen bir kişi için kullanması çok kolay, sonraki derslerde hocanın nedense hep işleri çıktı. dersler bir türlü yapılamadı.
araba ehliyetimiz olduğu için A2 motorsiklet ehliyetinin yazılı sınavında yalnızca motosikletin parçalarına ilişkin yirmi soru çözdük. bu yirmi sorunun tamamı da nasıl oluyorsa kurstan bize verilmiş olan deneme sınavlarındaki soruların aynısıydı. sonradan öğrendik ki kurstakiler sınavdan sonra soruların tümünü bir kenara not alıp bunları sınava hazırlananlara dağıtıyorlarmış. anlayacağınız her ehliyet sınavında aynı sorular çıkıyor.
sürüş sınavının günü geldiğinde ben sınavı geçeceğimden çok emindim, meltemse büyük bir telaş içindeydi. her sınav öncesi böyle aşırı telaşlı olurmuş. sürüş sınavı dedikleri de bir okulun bahçesine on metre aralıkla yerleştirdikleri iki tane işaretin çevresinde sekiz biçiminde dönmek. bunu başarırsak "ehliyetli" yani motosikletle karayollarına çıkmaya yeterli olduğumuz anlaşılacak. ama bunu meltem'e anlatıp sakinleştirmek mümkün olmadı.
önce onu çağırdılar sürmesi için. yağmurlu havada, son derece yavaş bir sürüşle, çok dikkatli bir biçimde isteneni yaptı. sonra sıra bana geldi. işte o anda benim meltem'i yatıştırmam gerekirken onun beni sınavla ilgili heyecanlandırdığının ayırdına vardım ve çok ufak bir yanlışlık yaptım: boyum yüz doksan santimetre olduğu için küçük sınav motosikletinin yolcu koltuğuna (yani var olan koltuğun en gerisine) oturmam gerekirken ben heyecanla sürücü koltuğuna (yani normal boyda olan birisinin oturduğu kısma) oturdum. düz giderken bunun bir önemi yoktu ama dönüş yapmam gerektiğinde direksiyon dizime çarptı. haliyle dönmem gereken alanda dönemedim ve dengem bozuldu, ayağımı yere koyup durumu toparlamam gerekti. ama sürüş sırasında ayağı yere koymak kişinin motosiklet kullanamadığının göstergesi olduğundan ehliyet alamayacaktım.
anlayacağınız ben meltem'e motor kullanmayı öğrettim ve sınavda onu sakinleştirdim ama o ehliyetini alacak, bense bir sonraki sürüş sınavını bekleyecektim. (sonrasında benimle bu yüzden nasıl eğlendiğini tahmin edersiniz.)
neyse ki sınav yöneticisi öğretmen hanıma durumu açıklayınca bir deneme daha yapmama izin verdi de motosikletin doğru yerine oturup (burada doğru yerden kasıt elbette bana uygun olan, koltuğun en sonundaki nokta oluyor. herkesin oturduğu ve herkesin oturacağının düşünüldüğü yer değil kesinlikle) hatasız bir biçimde sekiz çizmeyi başardım. öğretmen hanım "ama bu sürüşle trafiğe çıkmayın." diye kendince uyarıp ehliyet almamıza yani trafiğe çıkmamıza yetecek notu verdi.
uzun sözün kısası herkese veriyorlar ehliyeti. alamamak neredeyse olanaksız.
öyle ya da böyle sınavı geçtiğimizden, emniyete başvurduk ve ehliyetlerimizi yenilemek suretiyle B'nin yanına bir de A2 yazdırdık. ama asıl zorluk bundan sonraydı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder