sabah 07.30'da istanbul sabiha gökçen havaalanı'ndan kalkan uçakla adana'ya oradan da arabayla iskenderun'a geçtik. iskenderun'da kısa bir duraktan sonra antakya'ya hareket ettik yeniden. kırk beş dakikalık bir yolculuğun ardından öğlen on iki sularında antakya'ya vardık. istanbul'un ürperten sabah soğuğundan sonra güneyin sıcağı bana çok iyi geldi. yol boyu bize eşlik eden amik ovası ve amanos dağları bile tanıdık gelmedi. amanos dağları'nın doruklarının nefes kesici görüntüsünü nasıl hatırlayamıyorum, kendime şaşıyorum. antakya'ya vardığımızda hep tanıdık bildik birşeyler, hafızamı canlandırmama yardımcı olacak birşeyler aradı gözlerim. defterime bakınca gezinin son kısmında hastalandığımı hatırladım. belki de o yüzden hatırlayamıyorumdur. (bahanem de hazır.)
yemek yenecek iyi bir yer sorduk. "muhtar'ın yeri" yanıtını aldık. çalışanlar güleryüzlü ve ilgili, ortalık temizdi. mezelerden tatmanızı kesin olarak öneririm. ortaya karışık meze tabağı önerdiler, hepsine ama özellikle taratorlarına bayıldım.
antakya'da yemeğimizi yedikten sonra yeniden iskenderun'a döndük. belediye ve tapudaki işlerimi hallettikten sonra belediyenin tam karşısındaki petek pastanesine oturduk. antakya'nın en ünlü künefesi burada yapılıyormuş. dondurmalı künefe söyledik. tuzsuz künefe peynirinden yapılmış gerçek künefe yedik. ama porsiyonu çok büyüktü, bana biraz ağır geldi. istanbul'da yediğimiz künefelere o kadar alışmışım ki bu farklı tadı yadırgadım. (beğenmedim dememek için kırk takla atıyorum burada)
tatlımızı da yedikten sonra dönüş zamanı geldi. aracımıza atlayıp yeniden adana'ya ve oradan da uçakla istanbul'a döndük. bu ye-kaç harekatı bana "unutkanlık, insan belleğinin özrüdür" (hafıza-i beşer nisyan ile malûldür) dedirtti.
(birinci resim etnoğrafya müzesindeki "antakya lahdi", ikincisi st. pierre kilisesi, üçüncüsü arsuz sahili)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder