![]() |
iniş |
sabah 05.30’da uyanmış olmamıza karşın 06.30’a kadar ikimiz de yataktan
çıkamadık. dağ evine inmek iyi gelmiş gibiydi ama iştahım yerine gelmemişti.
yine de ağzımıza kahvaltı niyetine zorla tıktığımız şeylerin midemizi bulandırmamasına
seviniyorduk. köye indiğimizde tad alma duyumuzun geri döneceğini umarak hazırlıklarımızı
tamamladık. artık gereksiz duruma düşmüş bir yığın yiyeceği ve tam dolu bir yakıt
tüpünü dağ evinin mutfağında bıraktık. dağ evinin parasını ödedik ve 08.40
civarında inişe geçtik.
buzulu hızlı geçebilmek için yine ipe girmedik. başta krampon da
bağlamamıştık ama indikçe eğimi artan buzulda meltem kendisini rahat
hissetmediğinden buzulun üzerine çıktıktan bir süre sonra kramponları bağlamaya
karar verdik, iyi de oldu. cam gibi buzu hızlıca ve sorunsuz bir biçimde geçip
yeniden toprağa bastık.
![]() |
buzul dili |
2007 tırmanışının dönüşünde, en çok zorlandığımız bölüm dere geçişi olmuştu.
dereyi geçmek için neredeyse iki buçuk saat debelenmiştik. dere boyunca yukarı
çıkmış, aşağı inmiş bir türlü bir geçit bulamamıştık. suyun debisi sıcak güneşin etkisi ile
çok hızlanmıştı, çamur içinde ve buz gibi akıyor içine girip geçmemize izin
vermiyordu. külçe gibi ağır, dev sırt çantalarımız ile kayalardan zıplayarak da
geçemiyorduk. en sonunda ben bir kayadan sıçrayıp suyun içine düşmek suretiyle
karşıya geçmeyi başardım. emrah paçaları sıvayıp donmuş bir biçimde, zar zor suyun
içinden geçti. meltem’in geçmesi için ise epey bir uğraşmamız gerekti. 2007
tırmanışı dönüşünde meltem, en
sıkıntılı bölüm olarak hep dönüşteki dere geçişini anlattı. buraya gelirken de en çok dere geçişi nedeniyle
endişeleniyordu. ama bu sefer işler yolundaydı. sabahın erken saatlerinde
dereye ulaşmıştık ve tırmanışın başında dereyi geçerken kullandığımız yer diğer
tarafa geçmek için yine uygundu. önce ben kendi çantamla karşıya geçtim. sonra
dönüp meltem’in geçmesini sağladım ve en son da meltem’in çantasını sırtlanıp
geçtim. bu sefer yaklaşık yarım saatte tüm yüklerle birlikte karşı tarafa
geçmeyi başarmıştık. buradan sonrası basit bir yürüyüştü... ne yazık ki dereyi geçmeye çalışırken ayak baş parmaklarımın tırnaklarını vurmuştum ve çok canım yanıyordu.
10 dakika kadar dereyi göreceli olarak kolayca geçişimizi kutlamak için
mola verip aşağı devam ettik. sık sık durup
aşağıdan gelen dağcılar ile sohbet ediyor, deneyimlerimizi kısaca aktarıyorduk.
inişte büyük bir tesadüf eseri, mimar sinan üniversitesi dağcılık kulübü’nün
başkanı yılmaz’a da denk geldik. elbruz’da zirve yapmış ve burayı da iki günde
tırmanmayı planlamıştı. iyi aklimatize olmuş olduğunu tahmin ettiğimizden
burada da zirve yapacağından emindik. deneyimlerimizi kısaca ona da aktarıp 20
dakika kadar sohbet ettikten sonra başarılar dileyip ayrıldık.
ayaklarımın acısından ve yorgunluktan sık sık mola veriyor olmamıza karşın yine de 14.30
civarında kilisenin önündeki, kamp kurulan çayıra ulaşmayı başardık. 2007
tırmanışında kiliseden aşağı da yürümeye kalkmıştık. ama daha köye bile varmadan meltem ve
ben bir araca otostop yapmak zorunda kaldık. bu sefer, geçen sefer
gerçek bir işkenceye dönüşmüş bu bölümü yürüme niyetine hiç girmedik bile. 30
Lari ödedik ve aşağı jip ile indik. hatta jip bizi diana’nın ev pansiyonuna
kadar bıraktı.
ne yazık ki diana’nın evinde yer yoktu. bizi arkadaşı nino’nun evine
yönlendirdi. bu ev de aynı sokaktaydı ve köye de daha yakındı. üstüne üstlük de
yine banyosu evin içerisindeydi ve aynı fiyata kalacaktık. ama bizim
istediğimiz ne yıkanmak, ne de dinlenmekti. biz yemek yemek istiyorduk.
yerleşecek yeri ayarladıktan sonra yeniden meydana döndük ve raporlarda kebap
yapıldığını okuduğumuz ‘khevi’ restorana gittik. gerçekten yemekler arasında kebap
vardı ama bizim kebaplara pek benzediğini söyleyemeyeceğim. görünüşü daha çok sucuğa
benziyordu, ama tadı köfte gibiydi... iki natakhtari, bir haçapuri ve iki kebap
için 26,50 Lari ödedik. etin üzerine konan sos ve ekmek için ekstra para
alıyorlarmış, sorun etmedik. yeter ki yemek yiyebilelim ve yediğimiz şeyi
midemizde tutabilelim. ne yazık ki ağzımın tadını ve tuzunu zirvede bir
yerlerde unutmuştum. içtiğim şeyler büyük bir haz verirken yediklerim saman
gibi geliyordu (bu durum çok uzunca bir süre böyle devam etti).
kurban’a uğradık ve para bozdurduk (kurban 100 USD için bize 160 Lari
verdi. köyde genel olarak 100 USD için 150 Lari verildiğini düşünecek olursak
oldukça iyi bir değiş tokuş olmuştu.) ercan’a indiğimizi haber verdik.
geç öğlen yemeği yüzünden ‘akşam yemek yiyemem’ diye düşünüyordum ama
banyomuzu yapıp rahatladıktan sonra akşam yemeği de yedik. günü türk işçiler
ile muhabbet ve çay ile kapattık.
ertesi sabah uyandığımızda çok açtım ve iyi uyuyamamıştım. artık tek
istediğim evime, kızıma ve alışkanlıklarıma geri dönmekti. 09.55 gibi
meydan’daki shrona’s hotel’de bir kahvaltı ettik. ama dağ sonrası açlığı ile
çok yetersiz bir kahvaltıydı. (birer omlet, domates, peynir, ekmek, birer çay
ve bir türk kahvesi için 28 Lari ödedik.) yemek dişimizin kovuğuna bile
yetmemişti.
dağdan düşündüğümüzden çok daha erken inmiştik. üstüne üstlük de
gelmeden önce dağa o kadar odaklanmıştık ki indikten sonra ne yapacağımızı dair
hiçbir planımız yoktu. önce köyde biraz turladık, kazbegi dağcılık müzesine,
stepansminda tarih müzesine, el sanatları galerisine gittik. sonra yine
khevi’ye gidip ‘veal barbeque’ (mangalda pişmiş dana etini soğan ile servis
ettikleri bir yemek) yedik.
öğleden sonra kaldığımız yerde tanıştığımız khato ve jim ile rus sınırı
tarafına gittik. önce restore edilmekte olan çok eski bir kiliseyi kısaca
gezdik. sonra, birbirine 40 dakikalık yürüyüş mesafesinde olan iki ayrı
çağlayanı gezdik. akşamı bilgisayar başında geçirip erkenden yattık.
kazbegi köyünde mi kalsak, tiflis’e mi dönsek karar veremiyorduk.
hiçbir planımız yoktu. kazbegi köyü’nde serin serin yatıp dinlenebilir ya da
tiflis’te görmediğimiz birkaç yere gidebilirdik. işin doğrusu ikimizin de hiç gezme hevesi
kalmamıştı. meltem serin ve ucuz kazbegi’de zaman geçirmek istiyordu. bense eve
yakınlaşmak istiyordum ve tiflis bu konuda son duraktı. biletlerimizi erkene
aldıramadığımızdan bir-iki gün de orada takılmak istiyordum.
![]() |
kura nehri üzerindeki modern köprü |
27 temmuz günü kahvaltıyı nino’nun pansiyonunda yapmaya karar verdik ve
kişi başı ekstra 5 Lari karşılığında tıka basa, yiyebileceğimizden çok daha
fazla donatılmış bir kahvaltı masasına oturduk. bir gün önce shrona’s hotel’de kahvaltı
ederek ne büyük bir hata yaptığımızı bu masaya oturunca anladık. önümüze diğer
bir sürü şeyin yanı sıra dağ gibi ev yapımı patates kızartması yığmışlardı ki
sanıyorum başka hiçbir şeyi bu kadar keyifle yiyemezdik. kahvaltıdan sonra, nino’ya iki kişinin iki gece kalması ve bir sabah kahvaltı etmesi için 90 Lari
ödeyip pansiyondan ayrıldık.
iyi olup olmadığını çok merak ettiğimiz yılmaz ile dolmuş durağında
yine karşılaştık. zirveyi yapmıştı ve kara yoluyla istanbul’a dönmeyi
planlıyordu. bizim dolmuş kalkmak üzereydi ve yer kalmamıştı. yılmaz’la köy
meydanında vedalaşıp tiflis’e doğru yola düştük. kazbegi köyü’ndeyken tiflis’te
‘nest hostel’in özel odasını telefonla ayırtmıştık. didube otogarı’na gelince
bir taksiye atlayıp hostele geçtik. ancak hostel yöneticileri özel odanın
boşalmadığını söylediler. tanıdıkları hostelleri aramalarından da bir sonuç
alamayınca mecbur yatakhanede kalmaya razı olduk. çünkü dağ gibi koca
çantalarımızla bir yerden başka bir yere gitmemiz epey sorun oluyordu. ne
meltem, ne de ben daha önce hiç hostelde kalmamıştık. hostelde kalma fikri
okuduğumuz bir raporda üniversite öğrencisi arkadaşların kaldıkları hosteli önermesinden
ortaya çıkmıştı. zaten de hostelin ortamı üniversite öğrencilerinin gerçekten çok sevebileceği bir ortammış. işinde gücünde, evli barklı insanlar olan bizler hostelin olağan
sakinlerinin arasında ‘ucube’ gibi kaldık. bizi buraya getirdiği için meltem’e
çok kızmıştım. askerden beri yatakhanede kalmadığım için hiç de güzel
hatırlamadığım askerlik anılarım canlanmıştı. neyse ki hostel sakinleri asker yatakhanesi sakinlerinden ziyade gençlik
dizisinden çıkmış gibilerdi.
![]() |
teleferikten tiflis manzarası |
hostelimiz şehrin merkezine çok yakındı. atının üzerinde ejderha ile
savaşan ünlü st. georg anıtının bulunduğu tavisupleba meydanı’na yürüyerek beş
dakikada varılabiliyordu. buradan da tiflis’in her yerine ulaşım mümkündü.
yerleşme işlerini halleder halletmez yemek yemeye gittik. ilk yemeğimizi
hostel’den tavisupleba meydanına giden yol üzerinde ‘black&white’ adında
bir türk restoranında yedik. (iki çorba, bir adana, bir beyti, iki ayran için
25 Lari ödedik.) sonra biraz şehri dolaştık. ‘luca polare’ adında, muhteşem
italyan dondurması yapan bir yer keşfettik ve sonraki günlerde burayı birkaç
kez daha ziyaret ettik. ama genel olarak yorgun ve bıkkındık, birşey yapmaya
hevesimiz yoktu. tek istediğimiz bir an önce türkiye’ye dönüp kızımıza
kavuşmaktı. uçuş saatimiz gelesiye kadar saatleri saydık. biraz dolaştıktan sonra
büyükçe bir karpuz alıp hostele geri döndük.
![]() |
ulusal tarih müzesi'nden bir eser |
28 temmuz gürcistan’daki son günümüzdü. meltem’le bugünü tiflis’i
gezmeye ayırmıştık. hava oldukça sıcaktı. kazbegi’nin serin havasından sonra
meltem bu durumdan oldukça rahatsızdı. sabah kahvaltısını rustaveli
caddesindeki ‘entree’ adındaki fransız pastanesinde birçok yabancı turist ile
birlikte yaptık. (2 kişilik ‘continental breakfast’ [serpme kahvaltı] için 40 Lari ödedik.) saat
10.00’da pastanenin tam karşısındaki ulusal tarih müzesine geçip 11.30’a kadar
burayı gezdik. dört katlı bu yapıda türkiye’deki müzelerdeki zenginliği
bulamamış ve çok şaşırmıştık. zira gürcistan tarihi de oldukça zengin bir
tarih. ancak bunun gibi 7 müze daha varmış ve bunlar tiflis’in çeşitli
yerlerine serpiştirilmişler. hepsini gezmediğimiz için büyük konuşmuş olmak
istemem.
öğlen yemeğinde akşamdan kalan karpuzu yedikten sonra hostelde
tanıştığımız kazım ile birlikte bit pazarına ve teleferiğe gittik. tiflis son 5
yılda çok değişmiş. kumar oynanan büyük oteller yapılmış ve yapılmaya devam
ediliyordu. araçlar yenilenmiş, eski rus arabaları ortadan kaybolmuştu. her
yanda AB fonlarıyla restore edilen eski yapılar vardı, birçok yerde
restorasyonlar sürüyordu. başkanlık sarayının tam önünde, kura nehri’nin
üzerine gösterişli bir köprü yapılmıştı. köprünün ayağında da park yapımı
sürmekteydi.
![]() |
sulfur hamamı |
15.45’te 2007’den beri fazla değişmemiş olan barlar sokağına gelip
yemek yedik. meltem ve ben şaşlik yedik. anladığım kadarıyla şaşlik bir pişirme
yönteminin adı. çünkü tavuk, dana ve domuz etinden şaşlik yemeği
yapabiliyorlar. yemekten sonra bir süre hostelde dinlendik ve hep birlikte
tiflis’in ünlü sülfür hamamlarından birisine gittik. güneşten kavrulmuş
suratlarımızdaki ölü deriyi kese ile atıp yeniden biraz olsun insana döndük ki
sırf bunun için bile gidilirdi.
akşamın kalan bölümünde barlar sokağında zaman öldürdük. uçuş saatimiz
geldiğinde hostelden çantalarımızı alıp kazım ile vedalaştık. çantaları uçağa
teslim ettiğimiz anda, artık tırmanışımızı bitmiş saydım. artık evimize ve kızımıza
dönüyorduk...
- SON -
![]() |
plato'da yansımadan kavrulmuş suratımın hali sülfür hamamında temizlendi neyse ki... |