bu yıl tırmanıştan yana şanssız başlamıştım, şanssız bir biçimde devam ediyorum. her fırsatta dağa gidiyorum, ama hep bir aksilik oluyor.
zirve dağcılık'ın haziran ayı dağ otobüsü ile aladağlar'a gitmeye karar vermiştim. zirve dağcılık, alaca'yı deneyecekti. daha önceden bir kez yine zirve'den arkadaşlarımla denediğimiz ama zirveye yaklaşık bir saatlik mesafede, meltem ile birlikte dönüş kararı aldığımız alaca'yı bir kez daha denemek istiyordum.
15 haziran cuma akşamı, kadıköy'de kendimizi uzun bir bekleyişe hazırlamış künefe yiyorduk. bu sefer araç (ilk defa) tam saatinde geldi. bu iyi bir başlangıç diye umutlanmıştım.
sevincim kısa sürdü. daha yeni yeni uyuklamaya başlamıştım ki gebze çıkışında aracımız durdu, sonra uyumuşum. bir ara uyandım, baktım araç duruyor. yine uyudum, uyandım yine aynı yerde duruyoruz. ne olduğunu anlamaya çalışırken beş aracın birbirine girdiği büyük bir kaza yüzünden yolun tamamen tıkandığını öğrendim. araçlardan ikisi yanmıştı ve tümü büyük araçlardı. tek bir şerit dahi ilerlemiyordu, insanlar araçlarından inmiş yol kenarında yürüyor, sigara içiyordu. uyumaktan başka yapacak birşey yoktu. aracımız tam dört buçuk saat aynı noktada bekledi. sabaha karşı yeniden uyandığımda neyse ki hareket etmiştik.
planlarımın böyle aksaması beni huzursuz eder. kendi kendime, 'öğlen güneşi altında yürümek zorunda kalmayacağımı' hatırlatarak sakinleşmeye çalıştım.
bu sefer araç ankara çevre yolunda ani bir dönüş yapıp şehir merkezine giren bir girişe yöneldi. daha ne olduğunu anlamadan cumartesi sabahının işe gidiş trafiği içinde kilitlenip kaldık. ankara'yı çok iyi bilen bir arkadaşın yardımı ile yolu yeniden doğrulttuk ama bu haliyle bile bir saatimiz heba oldu. sonradan öğrendik ki arkadaşlar aracın sürücüsünün yanlış yola saptığını düşünmüş ve buradan girip yolu kısaltmak istemişler. ama trafiği hesaba katmamışlar.
bu badireyi de atlatıp konya - adana yoluna çıktığımızda artık sorun olmaz diye düşünüyordum ama iki sefer mola vermemiz gerekti, biri yemek, diğeri alışveriş molasıydı. yaklaşık 40 dakika da böyle gitti.
sonra zirve dağcılık'ın niğde'ye giderken kestirme olması için kullandığı bor yolunun girişini sürücüye yanlış göstermiş olmaları nedeniyle yaklaşık 15 dakika kaybettik.
bütün bunlar olurken ben de sakin kalmaya çalışıyordum. sonuçta bu benim için bir antrenman tırmanışıydı. ağaçlı tesislerinde yediğim pek de kayda değer olmayan köfte yemeğine, bağdat caddesi'nde lüks bir restorantta ödeyeceğim bir fiyatı vermiş olmayı dahi içime sindirmeye çalıştım (ama pek sindiremedim, bir daha ağaçlı'da birşey yemem). önemli olan tek şeyin dağda olmak, verimli bir antrenman yapmak ve şanslıysam zirveye ulaşmak olduğunu kendime hatırlatıp durdum.
en sonunda öğlenden sonra 14.30 sularında (sevgili dostum uğur'un deyişiyle "türkiye'nin chamonix'si") çukurbağ'a vardık. son hazırlıkları yaptığımız sırada dağın üzerinde hava kapalıydı, yağmur bulutları vardı. hava raporları yağmur vermediği için çok önemsememeye çalıştım ancak bizim traktörlere bindiğimiz saatlerde çukurbağ'a da ilk damlalar düşmeye başlamıştı. traktörde ıslanmayalım diye bize kalın bir naylon verdiler, yağış biraz hızlanınca bu toz toprak içindeki torbanın altına saklandık. (acaba bu torbayı diğer zamanlarda hangi iş için kullanıyorlardı???) içinde bulunduğumuz durumu mutlu bir tek espri ile özetledi: "bir de ormanın sonunda bizi bir kutup ayısı bekliyorsa tamam olacak. çünkü bir tek o eksik kaldı."
istanbul'dan yola çıktığımızdan beri 19 saat geçmişti ve biz çantaları sırtlayıp yürüyecek duruma ancak gelebilmiştik. yorgunluktan ve oturmaktan mahvolmuş bir halde yürüyüşe başladık. neyse ki yağmur yağışı sürmedi ve yürümeye başlamış olmak da epey iyi geldi.
saat 18.30'da kocadölek kamp yerine ulaşmış ve çadırlarımızı kurmuştuk. kocadölek'te su yoktu. su için akşampınarı'na çıkmak gerekiyordu. ama yorgunluk nedeniyle hale'yle bir durum değerlendirmesi yapıp elde olan suyla yemek yapmaya karar verdik. geriye de birer litre kadar suyumuz kalıyordu. "tırmanış sırasında yanından geçeceğimiz akşampınarı'ndan suyumuzu alırız" diye düşündük.
yemeğimizi yediğimiz sırada günün son ışıkları ufukta yitiyordu, saat 20.00 olmuştu. ömer tırmanışın 00.30'da başlayacağını duyurdu. bir saat de hazırlıklar için erken kalksak geriye uyuyup dinlenmek için yaklaşık üç saatimiz kalıyordu. bu sürenin bu kadar uzun bir otobüs yolculuğunun ardından dinlenmek için yetersiz olduğunu bile bile uykuya daldım.
gece 23.30'da saatim çaldığında tam üç saat deliksiz uyumuştum. hale'yle hazırlandık. kendimi iyi hissediyordum. yatarak uyumak iyi gelmişti, görece dinlenmiştim. ancak gökte ay yoktu ve etraf çok karanlıktı. o karanlıkta akşampınarı'nı ve su kaynağını bulamadım. çok az suyumuz vardı ve hale dönmeye karar verdi. büyük ihtimalle pek dinlenemediği için devam etmek istemedi. bense şansımı avcıbeli geçidine kadar zorlamak istiyordum ve devam ettim. gerçekten de şansım bu konuda yaver gitti. bir saat sonra bir su kaynağına denk geldik ve çantamdaki suyun tamamını içip yeniden bir buçuk litre kadar su doldurdum.
su stresini aşmış olmanın sevinci ile saat 04.00'e kadar tempolu yürüdüm. ancak ekip oldukça uyumsuzdu. önde beş kişilik bir grup görece hızlı tırmanıyor, artçı ve onun önündeki 3 kişi ise epey geriden geliyordu. ekibi ikiye bölmek gerekiyordu. ama ömer bunu tercih etmedi, arkadan gelenleri bekleye bekleye avcıbeli geçidine doğru yükselmeyi sürdürdü.
bir noktada ömer patikayı kaçırdı. yaklaşık 50 metre aşağı inip oradan tekrar yükselinmesi gerektiğini düşünüyordu. çünkü yürüdüğü yönde etap dikleşmişti. yukarıdan geçebilir miyiz diye benim bakmamı rica etti, ben de yaklaşık bir 100 metre kadar yükselip yola baktım. her ne kadar taş babalar ve krampon izleri görüyorduysam da burası ekip için uygun bir geçiş yeri değildi ve onlara aşağıdan geçmelerini söyleyip kendim uzun bir yan geçişle avcıbeli geçidine bağlanmaya karar verdim.
bu kararla devam edince kara girmekten başka çarem kalmamıştı. böylece kazmamı çıkarıp batonlarımı çantama taktım. kramponları da taksam mı diye düşündüm ama kar çok sert olmadığı için kramponsuz geçmeye karar verdim. böylece yaklaşık 350 metre kadar iz aça aça yan geçiş yaptım. erciyes'te karda yaşadığım düşüş nedeniyle son derece dikkatli bir biçimde ve elde kazma ile, bildiğim bütün yürüyüş tekniklerini teker teker kullana kullana yan geçip yaklaşık bir saatlik bir ayrılıktan sonra yeniden ekip ile birleştim. ama irtifa kaybetmemek uğruna yaptığım bu yan geçiş, hem mental anlamda, hem de fiziken beni çok yordu. kimi yerlerde rastladığım bir iki adımlık buzlu bölümler kramponsuz geçme kararım nedeniyle kendime epey bir saydırmama neden oldu. bu yan geçişi çok daha az bir enerji harcayarak ve çok daha güvenli bir biçimde ayağımda kramponlarla geçebilirdim...
ekip ile buluştuğumda saat 05.40 olmuştu, tan yeri ağarmaya başlamıştı. daha avcıbeli geçidine bile varamamıştık. gerçi 15 dakikalık bir çaba ile kapıya çıkmış olacaktık ama ben artık yorulmuştum. daha da en az 3 saatlik yolumuz vardı. yorgunluğun ve ekibin uyumsuzluğunun benim tırmanışımı riskli hale getirdiğini düşünmeye başlamıştım. dönme kararı aldım. zaten azalmış olan suyum da güneşin yakıcı etkisi altında dönüşü çıkarmaya yetmeyecekti. en iyisi hala kendimi tüketmemişken dönmekti, son erciyes tırmanışındaki gibi olmak istemiyordum.
kramponları ayakkabısına uygun olmayan ve bu nedenle devam etmesine ömer'in izin vermediği alev ile birlikte hızla aşağı yöneldik. alev'in "daha çok var mı?" "ayaklarım çok acıyor" "kayıp mı olduk?" sızlanmaları arasında iki buçuk saatlik inişimizi tamamlayıp kampa salimen vardık. hava çok sıcaktı, çadırların içi kavruluyordu ve kampta kimse yoktu. ama yorgunluğum çok ağır bastığından çadırın her iki kapısını da sonuna kadar açıp biraz uyumaya çalıştım. ama okşar tırmanışından erkenden dönmüş, çevre gezileri yapmaktan sıkılmış sevgili dostum mutlu tam muhabbet havasındaydı. bir kayanın gölgesinde dedikodu, geyik ve muhabbetle zirveye giden ekibin dönüşünü bekledik.
saat 14.00 sularında zirve ekibinin ilk pes edenleri gelmeye başladı. yalnızca iki kişi zirve yapmış, diğerleri sırt hattına çıkmadan hemen önce tırmanışı bırakmışlardı. saat 14.30'a kadar aralıklarla tüm ekip kampa ulaştı. ancak inişe ilk geçmiş olan ve herkesten daha hızlı iniş yapmakta olan emir ortalarda yoktu. ilk gelenler emir'in en önde olduğunu söylüyorlardı ama onu en son avcıbeli geçidinden aşağı indikten sonra görmüşlerdi. herkes kampa ulaşmış ama hiç kimse emir'i görmemişti.
mutlu ve hüseyin hızla hazırlanıp yukarı hareket ettiler ama bir süre sonra eli boş döndüler. yukarıda gördükleri UDK ekibinin sağladığı iletişim desteği ile durumdan jandarmaya haber verildi. bu arada telefonun çektiği vali konağı'nda kamp atmış olan UDK ekibi telefon ile emir'i aradı ve emir'in kampı görmeden emli ormanından aşağı gittiğini öğrendik. hepimiz çok rahatlamıştık, ama bu olay da bize fazladan iki saat kaybettirmişti. saat 18.00'de önce traktör ile sonra da emir ile buluşup çukurbağ'a geri döndük.
neyse ki dönüş yolculuğunda başkaca bahtsız bir olay olmadı... sanıyorum katılan herkes için unutulmaz bir etkinlik olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır... tam bir bahtsız bedevi etkinliği...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder