karasay zirveden kızılkaya |
çok ama çok uzun zamandır hafta sonu iki günlük etkinlikten daha uzun bir dağ etkinliği yapmamıştım. bu etkinliği 4 gün olarak planlamıştık ve bu benim önemsediğim bir değişiklikti. yine uzun zamandır birden çok zirve hedefiyle aladağlar’a gitmişliğim yoktu. ne de olsa hafta sonu dağcısıyız.
hedefimiz kızılkaya, karasay, eznevit (mümkün olursa emler) yapıp akşam pınarı’na geçmek ve alaca’yı tırmanmaktı. alaca tırmanışını iki hafta önceki şanssız etkinlikte elimden kaçırmış olduğum için istiyordum, ayrıca kamp yüküyle uzun yürüyüşler olacaktı ve bu da genel dayanıklılığım için iyi olacak diyordum. ama dağ bize başka bir program yapmıştı.
rahatsız ve uykusuz bir otobüs yolculuğu ile önce niğde’ye, sonra çukurbağ köyü’ne geldik. traktörcü mehmet şenol bizi yol çatısından aldı, evine götürdü. son hazırlıklarımızı yaptık ve traktör ile sokullu’ya hareket ettik. bir perşembe günü olduğundan etraf çok sakindi. çantalarımızı sırtlamadan önce sobek’in aşçısı veli ve orada bulunan gaziantepli dağcı arkadaşlar ile programlarımız üzerine konuştuk ve öğlen 12.00 sularında karayalak vadisi’ne hareket ettik. mehmet şenol, sağolsun, bizi anıt taşına kadar traktör ile yükseltti ve bu da bize 45 dakika kazandırdı.
en son kızılkaya kış için geldiğimiz bu vadide, o tırmanışı
anarak yükseldik. akşam saat 15.30 sularında dinlenme kayasına birkaç yüz metre
kala turistik ekipler için hazırlanmış bir kamp yerinde kampı atma kararı
aldık. meltem ve ışıl bir süredir dağda olmadıkları için çelikbuyduran’a kadar
zorlanmamış oldular, ben de sırtlanmış olduğum ağır çantanın altında daha fazla
ezilmemiş oldum. erciyes’te yaşadığım tükenmişlik durumuna dört günlük
etkinliğin ilk gününde düşmek istemiyordum.
gece hava serindi. meltem, hafif olmak için evdeki en ince uyku tulumuyla geldiğinden gece üşümüş ve pek uyumamıştı. bu yüzden yeterince dinlenemeden 06.10’da kızılkaya için yola koyulduk. ilk hedefimiz karasay-kızılkaya beline yükselmekti ki 07.45’te buraya ulaşmayı başarmıştık. ekip olarak yavaş ama tempolu bir yürüyüşümüz vardı. ama zaten sıkıntılı bölüm de buradan sonra başlıyordu. meltem daha önce kızılkaya’yı çıkmış olmasına karşın rotanın devamını hatırlamıyordu. istanbul’dan yücel’e telefon edip rota sorduk ve tarif ettiği gibi tırmanışın asıl bölümüne başladık: “önce 200-300 metre kadar yan geç sonra zirveye giden bir kulvar göreceksin, o kulvara gir ve yüksel.”
hava kapalıydı ama kapının girişinde yediğimiz bir iki damla
dışında yağış olmadı. tam tersine kapalı hava bize kamp yüküyle rahat bir
yürüyüş olanağı sağladı. oysa yolda rast geldiğimiz üniversite öğrencilerinden
kurulu üç kişilik ekibi püskürtmeyi başarmıştı. bizimle gelmeleri için epey dil
döktük ama motivasyonları kırılmıştı bir kere…
kızılkaya'da yükseldiğimiz (büyük olasılıkla yanlış) kulvar |
kamp yerimizde su yoktu. bu nedenle bir saatlik dinlenme
üzerine tüm su taşınabilecek malzemeyi alıp çelikbuyduran’a doğru yükseldim.
buradaki su kaynağını üç sene önceki emler tırmanışında kısa bir süreliğine görmüştüm ve o tırmanışta çok yorgun olduğumdan neye benzediği hatırımda
kalmamıştı. iki hafta önce çok şanssız bir biçimde, tüm aramalarıma karşın
akşam pınarı’ndaki suyu da bulamamış olduğum için biraz tedirgindim: “ya suyu
bulamazsam?” yolda su sesi gelen her yeri eşeliyordum. ama geçide çıkmama çok
az kala ‘çelikbuyduran çağlayanı’nı görünce endişemin yersiz olduğunu anladım.
kaçırmama olanak yokmuş zaten. son derece sisli ve kapalı bir havada 15 kiloya
yakın su ile kampa dönüp günü bitirdim.
aynen böyle yaptık. önce yan geçtik, sonra kulvara girdik. kulvara girdiğimizde parmakkaya’ya benzeyen bir kaya göreceğimizi ve zirvenin de ucunu göreceğimizi söylemişti, aynen dediği gibi gördük. patikalar ve babalar da devam ediyordu, onları takip ettik. bütün prosedürlere aynen uyuyorduk. bazı bazı, çok inanılmaz yerlerde babalar ve ayak izleri görüyorduk ama bunların kış tırmanışları için olabileceğini düşünüyor ve bize en mantıklı gelen patikadan yükselmeyi sürdürüyorduk. kışın zorlukları farklı rotalar gerektirebilirdi.
ışıl çelikbuyduran çağlayanında... |
sonunda parmakkaya’nın yanından geçtik. setli setli olan bölümleri de geçtik ve zirve sırtı olduğunu düşündüğümüz bele ulaştık. altimetre 3720 metreyi gösteriyordu. yücel’in söylemesine göre buradan yukarı doğru en yüksek noktaya devam edecektik ve orası zirveydi. ama bizim bulunduğumuz yerde iki tarafta iki yüksek nokta vardı?! yüzümüz karasay’a dönükken sağ tarafımızda olanın üzerinde bir baba vardı, ancak sol tarafımızdaki, üzerinde baba olandan daha yüksekti. bir anlam verememiştik. yüksek olan tarafa tırmandık ve yaklaşık 35 metre kadar doğumuzda kalmış olan zirveyi gördük!!! yanlış bir yere çıkmıştık. yücel’i yine cep telefonu ile aradık ve durumu anlattık, parmakkaya’nın sağından geçip zirveye gitmemiz gerekirken solundan geçip yanlış rotayı takip etmiştik ve ulaştığımız yerden zirveye geçiş yoktu. patikaları ve yücel’in talimatlarını aynen takip ettiğimi düşünüyordum, bir noktada yanılmışım. yanlışımızı düzeltmek için 400 metre kadar aşağı inip parmakkaya’nın altından yeniden tırmanmamız gerekiyordu. zira olası yan geçişlerin tümü boşluklu ve korkutucuydu. bulunduğumuz yerdeki babaların ve bizi buraya getiren patikaların ne için olduklarına bir türlü anlam veremiyorduk, ama yapacak da bir şey yoktu. zirve’de değildik.
irtifa kaybetmeden zirveye ulaşmak için yaptığımız yan geçiş denemelerinin verdiği korku, yorgunluk ve zirve ile neredeyse aynı yükseklikte ve çok az bir mesafede olmamıza karşın ulaşamamanın verdiği motivasyon kaybı ile aşağı inme kararı aldık. yalnızca meltem 400 metre indikten sonra yeniden denemek istiyordu (meltem’in bu seneki ilk tırmanışında bu kadar motive olması, aklimatizasyonunun bu kadar yerinde olması çok takdire şayandı). ama o kadar inip yeniden 3700 metreye yükselmek bana çok zor geliyordu. her şeye karşın yorgunluğun dikkatimizi dağıtacağını ve tehlikeli yerler geçmemiz gerektiğini göz önünde bulundurarak geri dönme kararı aldık. hepimiz oldukça üzgündük. 3700 metrenin üstüne çıkmış ama zirveye ulaşamamıştık.
bulunduğumuz yerden 20 dakikada karasay’a çıktık. amaç günü zirvesiz kapatmamaktı. karasay zirvede kaldığımız yaklaşık 40 dakika süre içinde herkesin yorgunluğu ağır basmaya başladı. öğlen güneşi altında kendimizi kızılkaya’da epey hırpalamış üstüne üstlük onca çabanın sonunda eli boş dönmüştük. karasay’dan sonra kimsenin eznevit’e devam etme hevesi kalmamıştı.
ekibimiz emler zirvesinde |
akşam yorgunluk açlığa baskın gelmişti, biz meltem ile yemek
bile yemeden uyumaya karar verdik. zaten iştahımız hiç yoktu. ama ışıl düş
kırıklığını farklı bir motivasyona çevirdi ve hepimiz için unutulmaz, kavurmalı
bir makarna yaptı. çok iştahsız olmamıza karşın hepimizin büyük bir istekle
yumulduğu kavurmalı makarna tüm gücümüzü tazeledi. yatarken ışıl ertesi günün
planını sorunca tereddütsüz “emler’e gidiyoruz, sayende yeniden enerji ile
doldum” yanıtını verdim, makarna olmasaydı emler’den bile çoktan vazgeçmiştim.
gece meltem ile uyku tulumlarını değiştik. bendeki görece
kalın uyku tulumunu meltem’e verdim ve onun ince tulumunu ben aldım. ama
şansıma hava ilk geceki kadar soğuk değildi. hepimiz yaklaşık 12 saat
dinlendikten sonra kahvaltıya ve hazırlıklara başladık. kampı terk ettiğimizde
saat çoktan 09.00 olmuştu.
önce çelikbuyduran’a çıktık ve çağlayanda tazelendik. esin
handal oradaydı, bizim hemen ardımızdan kızılkaya’ya çıkmışlar. ‘oralarda
karşılaşsaydık, belki birlikte yeniden tırmanmak için güç bulurduk’ diye
düşünmeden edemedik. onlar da karasay ve eznevit’e çıkacaklardı. bir süre
sohbetin ardından tırmanışa devam ettik. çelikbuyduran’da dipsiz göl’deki
kamplarından gelen avusturyalı bisikletçiler vardı. biz zirveye giderken
arkamızda olan bu grup bisikletlerini bir kenara bırakıp büyük bir süratle,
bizden önce emler’in zirvesine ulaştı. hepimiz bisikletçilerin kondüsyonundan
etkilenmiştik.
kamptan itibaren toplam 3,5 saatte emler zirveye çıktık.
yalnızca, yürüyerek çıkılan zirveleri sevmeyen (buna karşılık kızılkaya,
verçenik gibi kaya etapları olan zirvelere bayılan) meltem çok zor çıkmıştı
zirveye (oysa ki kızılkaya denemesinde koşuyordu neredeyse)… zirvede uzunca bir
süre dinlendik ve inişe geçtik.
itoturumunun rotasına bakmaya gidiyoruz... |
sabah 08.00 sularında uyandığımızda hala iştahsızdık. uyduruktan bir kahvaltı yapıp güneş kamp yerine gelmeden itoturumu’nun rotasına bakmak üzere yürüyüşe çıktık. iki buçuk saatlik bir keşif yürüyüşünün ardından rotanın fotoğraflarını çekip geri döndük. kampa döndüğümüzde sobek’in kıl çadırının altı tırmanışını yarım bırakmış ya da kampçı kalmış insanlar ile doluydu. sobek’in aşçısı veli’nin demlediği çay eşliğinde mehmet şenol’un getirdiği kirazları yedik ve tırmanıştan dönenleri karşıladık, muhabbet ettik. artık kampımızı toplama ve iniş vakti gelmişti bizim için. mehmet şenol’un evinde yediğimiz gözlemenin ardından iki buçuk aracı ile çukurbağ’dan ayrıldık.
öğleden sonrayı niğde öğretmenevi’nin bahçesinde anıl ve volkan ile okey oynayarak geçirdik; akşam yemeği için kebap patlattıktan sonra istanbul’a dönme vakti gelmişti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder