herkes bebeğinin yaşantısını farklı biçimlerde kayıt altına alıyor. kimi fotoğraflarla, kimi video kayıtlarıyla, bense günlük tutuyorum. en iyi bildiğim biçimde, yani yazarak kayıt altına alıyorum. çoğu zaman blog yazmak yerine elif’in günlüğüne yazıyorum. bu sefer ikisini bir arada yazayım dedim.
elif, yaz başında anneannesi ve dedesiyle ayvalık badavut’a
gitti. yazı orada geçirecek. 10 gün sonra meltem’in de tatili
başladı ve o da badavut’a gitti. bense tırmanışlarımı iki haftada bir olacak
biçimde planladım ve aradaki dönemler de (yani iki haftada bir) elif’i görmeye
gidiyorum. bu da toplamda epey bir yolculuk yapmama neden oluyor ama şikayetçi
değilim. elif’i de çok özlüyorum, dağlara da gitmek istiyorum. (şu anda tek
istediğim daha çok dinlenme zamanımın olması.)
elif de beni çok özlüyor. arada telefonla konuşuyoruz. elif’e
“elif! tatlı kuşum, merhaba!” deyince tiz bir kahkaha patlatıyor ve “anane bak!
baba” diyor. daha telefonda konuşma işini tam çözemedi. bazen telefonun dialog
olduğunun farkında olmadığından kendi kendisine konuşuyor; çoğunlukla telefonda
ne söylediği anlaşılmıyor… yenilerde de ezbere konuşmaya başladı, dönüp dönüp
aynı şeyi söylüyor; ya da sen sormamışsan bile ezberlediği şeye yanıt veriyor:
“naber? napiyosun?” “iyiyim, sen nasılsın?” gibi.
badavut ayvalık’ın kahverengi tabela ile gösterilen
yerlerinden birisi ama tam olarak neden kahverengi tabela olduğunu bilemiyorum.
belki eski bir ören yeri filandır. zira badavut’un, muhteşem kumsalını
saymazsak, şu anda kahverengi tabela olacak bir yanı yok. artık inşaat izni
verilmiyor olmasına karşın son derece çarpık bir yapılaşma, yapılaşmaya
kapatıldıktan sonra yapılmış dev bir arıtma tesisi, birkaç yıl önce yanıp kül
olmuş ve şimdi yeniden eski haline getirilmeye çalışılan bir çam ormanı… geriye
bir tek kumsalı kalmış. orada da hafta sonu adım atacak, denize girecek yer
bulamıyorsunuz…
elif bayılıyor denize ve kumsala. badavut’un denizi çok
soğuk olduğundan ilk doğduğu senenin yazında sokmamıştık. ikinci yazında ise
çok kısa bir süre yadırgadı, o dönemi kumsalda oynayarak geçirdi. bu kısa
sürenin sonrasında birilerine sarılmak suretiyle denize girmeye alıştı. bu
büyük su kütlesinden korkuyordu (hala da korkuyor biraz) ama suyla oynamayı çok
sevdiğinden geri de duramıyordu. denize gelir gelmez ilk yaptığı ayaklarını
suya sokmak ve sonrasında da suyun kenarında oynamaktı. bu sene ise gelir
gelmez ilk yaptığı kendisini suya atmak oldu. su soğukmuş, sıcakmış onun için
bir önemi yok. buz gibi suya atlayıp “birazcik soğukmus” diyor. ben geldiğimde
birlikte oyunlar oynuyoruz suda. annesi ayaklarını çırpmayı öğretmiş, onu
gösteriyor bana. ama çoğunlukla denize gelir gelmez ikimiz birlikte hemen suya
giriyoruz. derine gitmek yok, kolluk ve simit kullanmak yok, sudan çıkmak yok.
ben varsam çoğunlukla kaydırmaca, havaya atıp suya düşürmece ve su sıçratmaca
filan oynuyoruz. şişirilen şeylere hiç güveni yok. onları görünce arkasını
dönüp kaçmaya ve çığlık atmaya başlıyor. ortada onlar yoksa çok güzel oynuyor…
sarımsaklı lunaparkı |
badavut ile benim tanışıklığım çok eski. emekli balıkesir
orman bölge müdür yardımcısı olan eniştem, teyzemler ve kuzenlerim ile buradaki
orman kampına gelirdi, biz de onları görmeye gelirdik. badavut’un 20 sene
öncesi ile bugünü arasında büyük fark olduğunu söyleyemeyeceğim. aynı çarpık
yapılaşma. şimdi orman kampı özel bir işletmeye verilmiş. birçok devlet
kurumunun da kampları burada: maliyeciler, mit… (ilginçtir, burada mit’e
ayrılmış, gizli işler çevrilen çam ormanı ile kaplı çok güzel bir burun var…)
badavut’un içinde eğlenecek yer az, asıl eğlence sarımsaklı’da.
yani badavut’tan araba ile 15 dakikalık bir mesafede. sahildeki cafe ve oteller
yaz akşamlarında çeşit çeşit eğlence sunuyor. sarımsaklı’nın içerisinde çok
geniş bir alana kurulmuş bir de köhne lunapark var. (birkaç yıl önce meltem ile
gondoluna binmiştik, korkudan altıma kaçırıyordum neredeyse.) geçen elif ile
birlikte ilk kez lunaparka gittik. bir türlü ‘lunapark’ diyemedi. çekmeköy’de
evimizin yanında doğa parkı adında bir park var. elif oraya hep “duğa park”
diyor. lunaparka da hep duğa park dedi. ikisini ayıramadı birbirinden çocuğum.
şeytan sofrasında güneşin batışı |
lunaparkta ilk defa tren, helikopter gibi yerinde dönüp duran
aletlere bindi. indiğinde sorunca hepsinde “beğendim” dedi. ama hepsinde ilk
hareket ettiklerinde yüzünde büyük bir korku ifadesi belirmişti. en büyük
korkuyu da benimle birlikte çarpışan otoya binince yaşadı. bize birisi
tosladığında neredeyse yerinden uçuyordu. ama yine de inince “beğendim” dedi.
şeytan sofrası denilen tepe de badavut’a çok yakın. arabayla
10 dakikada gidilebiliyor. bütün ayvalık halkı ve ayvalık’a gelen tüm
turistlerin en büyük zevki buradan güneşin batışını izlemek. bir sefer meltem
ile güneşin battığı saatlerde gitme gafletinde bulunduk bir daha tövbe ettim. o
ne kalabalık öyle... bırakın arabayı bırakacak yer bulmayı, adım atacak yer yoktu.
hatta o kalabalıkta birisi manzara seyretmek için çıktığı duvarın üzerinde
uçuruma düştü ve itfaiyenin yardımı ile hastaneye zar zor kaldırılabildi. ama
adalar tarafından güneşin batışı gerçekten görülmeye değer... hayatta bir kez
görmek gerekir gerçekten...
dedim ya badavut kumsalı çok kalabalık oluyor diye, bir sürü
de çocuk oluyor. çocuklar her zaman olduğu gibi hemencecik kaynaşıveriyorlar.
ama ilginç olan çocukların sürekli birbirlerinin oyuncakları ile oynuyor ve kendi
oyuncaklarını kumsalda başıboş bırakıyor olmaları. elif gidiyor başkasının
küreğini alıyor, oysa kendi küreği de var. ama gidip başkasınınki ile oynamayı
tercih ediyor.
mutluköy'de at gezisi |
badavut’tan kalkan tekne turu yok. sanıyorum denizin çok sığ
olması ve teknelerin yanaşamaması nedeniyle yapılamıyor. badavut’ta iskele de
yok. var olan birkaç kayık kumsala demirlemiş olarak duruyor. tekne turları, sarımsaklı
ama asıl ayvalık’tan kalkıyor ve adalar tarafına doğru gidiyor. bu da keyifli
bir etkinlik. ben iki kez yaptım. hatta bir seferinde bir dalış teknesi ile
çıkmıştım. keyifliydi... özellikle adaların kimsesiz koylarında denize girmenin
tadını anlatmak çok zor. meltem ve elif daha hiç tekne turuna katılmadılar,
yakın bir zamanda birlikte de yapacağız.
elif’in badavut günleri uyku, yemek ve deniz ile geçiyor.
sabah kahvaltının ardından 11.00’e kadar deniz. öğlen yemeği ve uyku. uyanınca
ikindi kahvaltısı evde oyun. güneşin ferinin azaldığı saatlerde yine deniz.
akşam yemeği ve uyku. döngü tamamen bu kadar. ben oraya gittiğimde ve istanbul’a
dönmek zorunda olduğumu söylediğimde “baba, ben de evime gitmek istiyorum”
diyor, çok içim burkuluyor. ben “ama bi’tanem istanbul’da denize giremezsin,
eve kapanıp oturmak zorunda kalırsın. hem kim bakacak orada sana? ben işe
gidiyorum.” deyince deniz sevdasına bir süre birşey demiyor. ta ki beni
özleyinceye kadar. o zaman telefonda yine “baba, ben de evimize gitmek
istiyorum.”
badavut’tan arabayla yaklaşık yarım saatlik mesafede “mutluköy”
adında bir yer var. ne güzel bir adı var. burada da “nostalji cafe” adında epey
bilindik bir restoran var. bilinmesi turların uğrak yeri olmasından ve
televizyon programlarında da epey yer almış olmasından kaynaklanıyor. ama bu
kadar tanınmış olması haybeye değil kesinlikle. içeride antik eserlerin, antikaların
ve yöresel giysilerin sergilendiği bir müze ve hayvanat bahçesi var. bu sene
birkaç tane yöresel mimariye uygun ve yöresel bir biçimde döşenmiş apart tipte
kalacak oda da yapmışlar.
üç kişinin iki kişilik kahvaltı ile rahatlıkla doyabileceği
bir yer burası. kahvaltıda özel tandır ekmeği, zeytin reçeli gibi özel
lezzetler de var. dev, taş fırınlarında akşamları değişik yöresel yemekler
yapıyorlar. elbette zeytinin merkezi olan bir bölge olduğundan zeytin yağı ve
zeytin satışı da var.
buraya son iki senedir uğruyoruz. burada elif’in çok sevdiği
iki şey var: çocuk parkı ve atlar. hayvanat bahçesinin yan tarafında at ile
gezilen bir alan var. görevli eşliğinde burada elif’i ata bindiriyoruz. yemeğimizi
de çocuk parkına yakın bir yerde yiyoruz ki elif yemek yemekten sıkılınca
rahatlıkla çocuk parkına kaçabilsin ama gözümüzün önünden de ayrılmamış olsun.
badavut kumsalı. arkadaki yeşillik de istihbaratçıların kampı |
hafta sonlarında çok kalabalık olan bu mekanda turlar ile
gelenler genellikle ortada bulunan kule gibi yerde oturuyor. biz de çok
kalabalık olduğunda ağaçların altındaki yerlere çekiliyoruz. buralarda ağaçlardan
hamak ve salıncaklar sallandırmışlar ki elif’in bayıldığı bir başka şey de
sallanmak zaten.
özetle ayvalık’a yolunuz düşerse burayı da ihmal etmeyin...
ayvalık, yalnızca ayvalık tostu demek değil...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder