19 Temmuz 2012 Perşembe

elif’in günlüğü


herkes bebeğinin yaşantısını farklı biçimlerde kayıt altına alıyor. kimi fotoğraflarla, kimi video kayıtlarıyla, bense günlük tutuyorum. en iyi bildiğim biçimde, yani yazarak kayıt altına alıyorum. çoğu zaman blog yazmak yerine elif’in günlüğüne yazıyorum. bu sefer ikisini bir arada yazayım dedim.

elif, yaz başında anneannesi ve dedesiyle ayvalık badavut’a gitti. yazı orada geçirecek. 10 gün sonra meltem’in de tatili başladı ve o da badavut’a gitti. bense tırmanışlarımı iki haftada bir olacak biçimde planladım ve aradaki dönemler de (yani iki haftada bir) elif’i görmeye gidiyorum. bu da toplamda epey bir yolculuk yapmama neden oluyor ama şikayetçi değilim. elif’i de çok özlüyorum, dağlara da gitmek istiyorum. (şu anda tek istediğim daha çok dinlenme zamanımın olması.)

elif de beni çok özlüyor. arada telefonla konuşuyoruz. elif’e “elif! tatlı kuşum, merhaba!” deyince tiz bir kahkaha patlatıyor ve “anane bak! baba” diyor. daha telefonda konuşma işini tam çözemedi. bazen telefonun dialog olduğunun farkında olmadığından kendi kendisine konuşuyor; çoğunlukla telefonda ne söylediği anlaşılmıyor… yenilerde de ezbere konuşmaya başladı, dönüp dönüp aynı şeyi söylüyor; ya da sen sormamışsan bile ezberlediği şeye yanıt veriyor: “naber? napiyosun?” “iyiyim, sen nasılsın?” gibi.

badavut ayvalık’ın kahverengi tabela ile gösterilen yerlerinden birisi ama tam olarak neden kahverengi tabela olduğunu bilemiyorum. belki eski bir ören yeri filandır. zira badavut’un, muhteşem kumsalını saymazsak, şu anda kahverengi tabela olacak bir yanı yok. artık inşaat izni verilmiyor olmasına karşın son derece çarpık bir yapılaşma, yapılaşmaya kapatıldıktan sonra yapılmış dev bir arıtma tesisi, birkaç yıl önce yanıp kül olmuş ve şimdi yeniden eski haline getirilmeye çalışılan bir çam ormanı… geriye bir tek kumsalı kalmış. orada da hafta sonu adım atacak, denize girecek yer bulamıyorsunuz…

elif bayılıyor denize ve kumsala. badavut’un denizi çok soğuk olduğundan ilk doğduğu senenin yazında sokmamıştık. ikinci yazında ise çok kısa bir süre yadırgadı, o dönemi kumsalda oynayarak geçirdi. bu kısa sürenin sonrasında birilerine sarılmak suretiyle denize girmeye alıştı. bu büyük su kütlesinden korkuyordu (hala da korkuyor biraz) ama suyla oynamayı çok sevdiğinden geri de duramıyordu. denize gelir gelmez ilk yaptığı ayaklarını suya sokmak ve sonrasında da suyun kenarında oynamaktı. bu sene ise gelir gelmez ilk yaptığı kendisini suya atmak oldu. su soğukmuş, sıcakmış onun için bir önemi yok. buz gibi suya atlayıp “birazcik soğukmus” diyor. ben geldiğimde birlikte oyunlar oynuyoruz suda. annesi ayaklarını çırpmayı öğretmiş, onu gösteriyor bana. ama çoğunlukla denize gelir gelmez ikimiz birlikte hemen suya giriyoruz. derine gitmek yok, kolluk ve simit kullanmak yok, sudan çıkmak yok. ben varsam çoğunlukla kaydırmaca, havaya atıp suya düşürmece ve su sıçratmaca filan oynuyoruz. şişirilen şeylere hiç güveni yok. onları görünce arkasını dönüp kaçmaya ve çığlık atmaya başlıyor. ortada onlar yoksa çok güzel oynuyor…


sarımsaklı lunaparkı
badavut ile benim tanışıklığım çok eski. emekli balıkesir orman bölge müdür yardımcısı olan eniştem, teyzemler ve kuzenlerim ile buradaki orman kampına gelirdi, biz de onları görmeye gelirdik. badavut’un 20 sene öncesi ile bugünü arasında büyük fark olduğunu söyleyemeyeceğim. aynı çarpık yapılaşma. şimdi orman kampı özel bir işletmeye verilmiş. birçok devlet kurumunun da kampları burada: maliyeciler, mit… (ilginçtir, burada mit’e ayrılmış, gizli işler çevrilen çam ormanı ile kaplı çok güzel bir burun var…)

badavut’un içinde eğlenecek yer az, asıl eğlence sarımsaklı’da. yani badavut’tan araba ile 15 dakikalık bir mesafede. sahildeki cafe ve oteller yaz akşamlarında çeşit çeşit eğlence sunuyor. sarımsaklı’nın içerisinde çok geniş bir alana kurulmuş bir de köhne lunapark var. (birkaç yıl önce meltem ile gondoluna binmiştik, korkudan altıma kaçırıyordum neredeyse.) geçen elif ile birlikte ilk kez lunaparka gittik. bir türlü ‘lunapark’ diyemedi. çekmeköy’de evimizin yanında doğa parkı adında bir park var. elif oraya hep “duğa park” diyor. lunaparka da hep duğa park dedi. ikisini ayıramadı birbirinden çocuğum.

şeytan sofrasında güneşin batışı
lunaparkta ilk defa tren, helikopter gibi yerinde dönüp duran aletlere bindi. indiğinde sorunca hepsinde “beğendim” dedi. ama hepsinde ilk hareket ettiklerinde yüzünde büyük bir korku ifadesi belirmişti. en büyük korkuyu da benimle birlikte çarpışan otoya binince yaşadı. bize birisi tosladığında neredeyse yerinden uçuyordu. ama yine de inince “beğendim” dedi.

şeytan sofrası denilen tepe de badavut’a çok yakın. arabayla 10 dakikada gidilebiliyor. bütün ayvalık halkı ve ayvalık’a gelen tüm turistlerin en büyük zevki buradan güneşin batışını izlemek. bir sefer meltem ile güneşin battığı saatlerde gitme gafletinde bulunduk bir daha tövbe ettim. o ne kalabalık öyle... bırakın arabayı bırakacak yer bulmayı, adım atacak yer yoktu. hatta o kalabalıkta birisi manzara seyretmek için çıktığı duvarın üzerinde uçuruma düştü ve itfaiyenin yardımı ile hastaneye zar zor kaldırılabildi. ama adalar tarafından güneşin batışı gerçekten görülmeye değer... hayatta bir kez görmek gerekir gerçekten...

dedim ya badavut kumsalı çok kalabalık oluyor diye, bir sürü de çocuk oluyor. çocuklar her zaman olduğu gibi hemencecik kaynaşıveriyorlar. ama ilginç olan çocukların sürekli birbirlerinin oyuncakları ile oynuyor ve kendi oyuncaklarını kumsalda başıboş bırakıyor olmaları. elif gidiyor başkasının küreğini alıyor, oysa kendi küreği de var. ama gidip başkasınınki ile oynamayı tercih ediyor.

mutluköy'de at gezisi
badavut’tan kalkan tekne turu yok. sanıyorum denizin çok sığ olması ve teknelerin yanaşamaması nedeniyle yapılamıyor. badavut’ta iskele de yok. var olan birkaç kayık kumsala demirlemiş olarak duruyor. tekne turları, sarımsaklı ama asıl ayvalık’tan kalkıyor ve adalar tarafına doğru gidiyor. bu da keyifli bir etkinlik. ben iki kez yaptım. hatta bir seferinde bir dalış teknesi ile çıkmıştım. keyifliydi... özellikle adaların kimsesiz koylarında denize girmenin tadını anlatmak çok zor. meltem ve elif daha hiç tekne turuna katılmadılar, yakın bir zamanda birlikte de yapacağız.

elif’in badavut günleri uyku, yemek ve deniz ile geçiyor. sabah kahvaltının ardından 11.00’e kadar deniz. öğlen yemeği ve uyku. uyanınca ikindi kahvaltısı evde oyun. güneşin ferinin azaldığı saatlerde yine deniz. akşam yemeği ve uyku. döngü tamamen bu kadar. ben oraya gittiğimde ve istanbul’a dönmek zorunda olduğumu söylediğimde “baba, ben de evime gitmek istiyorum” diyor, çok içim burkuluyor. ben “ama bi’tanem istanbul’da denize giremezsin, eve kapanıp oturmak zorunda kalırsın. hem kim bakacak orada sana? ben işe gidiyorum.” deyince deniz sevdasına bir süre birşey demiyor. ta ki beni özleyinceye kadar. o zaman telefonda yine “baba, ben de evimize gitmek istiyorum.”

badavut’tan arabayla yaklaşık yarım saatlik mesafede “mutluköy” adında bir yer var. ne güzel bir adı var. burada da “nostalji cafe” adında epey bilindik bir restoran var. bilinmesi turların uğrak yeri olmasından ve televizyon programlarında da epey yer almış olmasından kaynaklanıyor. ama bu kadar tanınmış olması haybeye değil kesinlikle. içeride antik eserlerin, antikaların ve yöresel giysilerin sergilendiği bir müze ve hayvanat bahçesi var. bu sene birkaç tane yöresel mimariye uygun ve yöresel bir biçimde döşenmiş apart tipte kalacak oda da yapmışlar.

üç kişinin iki kişilik kahvaltı ile rahatlıkla doyabileceği bir yer burası. kahvaltıda özel tandır ekmeği, zeytin reçeli gibi özel lezzetler de var. dev, taş fırınlarında akşamları değişik yöresel yemekler yapıyorlar. elbette zeytinin merkezi olan bir bölge olduğundan zeytin yağı ve zeytin satışı da var.

buraya son iki senedir uğruyoruz. burada elif’in çok sevdiği iki şey var: çocuk parkı ve atlar. hayvanat bahçesinin yan tarafında at ile gezilen bir alan var. görevli eşliğinde burada elif’i ata bindiriyoruz. yemeğimizi de çocuk parkına yakın bir yerde yiyoruz ki elif yemek yemekten sıkılınca rahatlıkla çocuk parkına kaçabilsin ama gözümüzün önünden de ayrılmamış olsun.

badavut kumsalı. arkadaki yeşillik de istihbaratçıların kampı
hafta sonlarında çok kalabalık olan bu mekanda turlar ile gelenler genellikle ortada bulunan kule gibi yerde oturuyor. biz de çok kalabalık olduğunda ağaçların altındaki yerlere çekiliyoruz. buralarda ağaçlardan hamak ve salıncaklar sallandırmışlar ki elif’in bayıldığı bir başka şey de sallanmak zaten.

özetle ayvalık’a yolunuz düşerse burayı da ihmal etmeyin... ayvalık, yalnızca ayvalık tostu demek değil...

Hiç yorum yok: