9 Kasım 2011 Çarşamba

çekmeköy'de kısa kısa...

çıkacağımız tepe
çekmeköy'e taşındığımızda en çok hoşuma giden polonezköy ormanlarına komşu olmaktı. bunun tadını çok çıkaramıyorum, zira kış gelince yoğun bir soba dumanı kokusu tüm çekmeköy'ü kaplıyor. ikinci neden ise benden kaynaklanıyor, yeterince çok gidemiyorum ormana. ama yine de ben gidebilme olasılığını seviyorum...
dün arkadaşlarımız zeynep ve alper arayıp yürüyüş yapmak istediklerini ve bebekleri esin'e bir taşıma çantası aldıklarını söyleyince ilk aklıma gelen çekmeköy'de yürümek oldu. çünkü hemen geri dönebilecek kadar yakın, çok zorlamayacak kadar düzgün, ama uzatmak ve zorlamak istediğinde sana seçenek de sunuyor... daha ne olsun.
bize geldiklerinde küçük esin uyuyordu. epey bir süre evde esin'in uyanmasını bekledik. saat 13.00 sıralarında parkurun başına gelmiştik. (parkurun başı bizim evden yürüyerek 20, arabayla 5 dakikalık mesafede).
bu mevsimde yürümenin en güzel yanı ağaçların koca yemiş dolu olması oluyor. daha önce de sonbaharda yaptığımız yürüyüşlerde bolca koca yemiş yemiştik ağaçlardan. işin ilginç yanı esin ve elif de koca yemişe bayıldılar ikisi de en az onar tane götürdüler.
zeynep ve esin
yürüyüş sırasında hemen hemen tek konu bebekler, bebek bakımı, neler yapıyor, neler ediyorlar... özetle bebekti. bu nedenle ben ve alper fazla konuşmadık. meltem ve zeynep deneyimlerini paylaştılar birbirleriyle. önümüzdeki sene birlikte doğu karadeniz'e gitmek için plan yapmaya çalıştık.
yürüyüşümüzün hedefi yangın gözetleme istasyonu ile askeri verici arasındaki tepeydi. tepenin yüksekliği yaklaşık 100 metre ve ulaşmak için bir iki ufak yokuşu da aşmak gerekiyor. bu iniş çıkışlar ve tepeye varış sırasında fark ettim ki doğu karadeniz'de elif'i taşımak bana epey deneyim kazandırmış. alper yeni aldığı çanta ile bana göre daha endişeli ve dikkatli adımlar atıyordu. bahse konu tepenin üzerinde bir kaya parçası var. en son buraya çıktığımızda bu küçük kaya parçasının üzerine çıkmış ve manzara seyretmiştik. ama bu sefer ne yazık ki burada mangal yapan kalabalık bir aile yüzünden istanbul boğazı tarafına değil ömerli barajına doğru oturmak zorunda kaldık... mangalcılar etrafı bir hayli kirletmiş olmasına karşın yanımızda bebeklerimizle gereksiz bir tartışmaya girmek istemedik.
tepenin zirvesinde 15 dakika kadar oyalandık, su içtik, dinlendik ve biraz atıştırdık. sonra saat 15.00'i geçiyor olduğundan dönüşe geçtik. ne yazık ki dönüşümüz gidişimiz kadar keyifli olmadı. minik esin, büyük olasılıkla yediği koca yemişleri hazmedemediğinden (bir diğer ihtimal de çantanın salınımı yüzünden) tüm yediklerini doğaya iade etmeye karar verdi. bilirsiniz kusmak bulaşıcıdır, elif de aynı duruma gelmesin diye ben hemen elif'in dikkatini dağıttım ve yürümeye devam ettim. alper, zeynep, esin ve meltem arkadan dura dura, kusa kusa ve kusmukları temizleyerek; biz elif'le epey bir mesafe önden onları göz temasında tutarak arabaya geri döndük.
arabaya varmaya çok az kala esin uyudu. zaten herkes günün kalan bölümüne ilişkin programlarını iptal etme konusunda hemfikirdi. herkes evine yollandı. neyse ki esin rahatsızlandığı kadar hızlı bir biçimde iyileşmiş.
günün sorusu neden buraya daha sık yürüyüş yapmadığımızdı, ama işte ben bir tatlı su yürüyüşçüsüyüm, öyle sürekli yürüyemem...

Hiç yorum yok: