2 Mayıs 2012 Çarşamba

bilanço

ilk motosiklet kullandığımda 14 yaşındaydım ve bir kez üzerine oturmam yetmişti. bunun tam bana göre olduğunu biliyordum.
kendi motosikletimi alıp düzenli kullanmaya başladığımda ise 31 yaşındaydım (bu ara dönemde de yalnızca bisiklet kullandım. motosiklete hiç binmedim). son üç yıldır motorda birçok irili ufaklı kazalarım oldu. bunları hiç yazmamıştım, ama 'tarihe kayıt düşmeden' unutmak istemiyorum:

1- motosikletimiz yokken meltem'le birlikte 'honda'dan eğitim aldık. kendi motorumuzu ise ancak eğitimden bir yıl sonra alabildik. eğitimde öğrendiklerimizi ve deneyimlediklerimizi çoktan unutmuştuk. bu yüzden CBF 150'yi alınca önce yaşadığımız sitenin içinde turlayarak öğrendiklerimizi hatırlamaya çalıştık. bol bol dur-kalk yaptık. sonra ben site çevresinde gezinmeye başladım. sonra çekmeköy'ün içinde. en sonunda da çavuşbaşı ve polonezköy taraflarına doğru orman içi sürüşler başladı. yaklaşık bir ay içinde birçok meziyeti iyi-kötü kazanmıştım.
hedefim uzun yol yapmak olduğundan arkadaşlarımla bir sürüş ayarladım. hep birlikte ağva'ya gidelim diye kararlaştırdık. ağva'nın yolları (şile'den sonraki bölüm) kötü ve virajlı olmasına karşın bu deneyimleri de edinmem gerektiğinden, biraz da cahil cesaretinden çıktık yola.
o gün 6 motor toplu sürüş yapıyorduk. ben motosiklet konusunda deneyimsiz ve toplu sürüşün kendi zorluklarından habersiz olduğumdan tamamen kendi hatamla düştüm. aynadan arkamı kontrol ederken önümdeki BMW F650'nin yavaşladığını göremedim. gördüğümdeyse benim için epey geç olmuştu zira BMW bana göre oldukça kısa bir mesafede frenlemişti. hızla arkadan yaklaştığım zeynep'e ve yeni motoruna çarpmamak için frenlere asılmamla motorun beni yere çakması bir oldu. ön frenlere panik halde asılınca kilitlendi ve yere düştük birlikte (neyse ki yüksek düşüş biçiminde değildi). o ana ilişkin olarak hatırladığım en önemli şey yere düşmemle arkama baktığım ve arkamdan gelen motorların üzerime gelip gelmediklerini kontrol ettiğimdir. arkamdan sürüş yapan arkadaşlarım yanımdan geçtiler ya da durdular ama asıl önemlisi arkamızdan bir tır geliyordu üzerimize hızla. ben tır'ı farkettiğim anda motoru bırakıp yolun kenarına koşmaya başladım. CBF yolda yan yatmış duruyor ve tır üzerine geliyordu. neyse ki yol boştu ve tır sürücüsü motora zarar vermeden şerit değiştirmeyi başardı.
hiç kimseye birşey olmamıştı. ben yere düştüğüm sırada kaskı yere vurdum. kaskta birkaç çizik oluştu ama bana herhangi birşey olmadı. bir tek montun kolu yırtıldı ve kolum hafif kanadı. o gün sürüşe devam ettim. hep birlikte ağva'ya gittik, orada kamp yaptık ve ertesi gün döndük. hala o etkinliği çok keyifli ve heyecanlı hatırlarım. ama başka bir kaza nedeniyle parçaların değiştiği güne kadar motorun üzerinde epey bir miktarda çizik kaldı.

2- en ciddi kazamı yine CBF 150 ile yaptım. yamaha'nın serviste yattığı bir dönemde honda ile işe gidiyordum. daha evden çıkalı 10 dakika bile olmamıştı. her gün ekmek aldığım fırının önündeki yokuşu tırmandım. her gün üzerinden geçtiğim köprüye doğru yokuş aşağı seyrediyordum ki yan yoldan arka arkaya iki tane inşaat kepçesi geldiğini gördüm. kepçeler inşaata yük taşıyorlardı.
ben ana yolda olduğumdan kepçenin duracağını düşündüm, durmadı ve gelmeye devam etti. gelişi tehlikeli bir hal alınca korna çalmaya başladım ama kepçe operatörü gelmeye devam etti. frenlere asıldım ama kepçe artık hem çok yakındı, hem de hala gelmeye devam ediyordu. en sonunda kepçeyle kafa kafaya çarpıştık. ben yere düştüm ve kepçenin benim ve motorun üzerinden geçeceğini düşündüm. neyse ki kepçe operatörü bana çarptıktan sonra durdu.
motorumun ön tarafı ağır hasar almıştı. benim göğsüm de şiddetli bir biçimde ağrıyordu. kafamı da yere vurmuştum ama kaskım olduğundan kafamda bir sorun yoktu. yine montum da üzerimde olduğundan fazla yaralanmamıştım. bir tek dizim bir yerlere çarpmıştı ve ağrıyordu.
çok korktum ama durumum kötü değildi. polis çağırdım. polis'i üç kere aradım, telefonu açar açmaz ilk sordukları "yaralı var mı?" oldu. bir motosiklet ile bir kepçenin çarpıştığı bir ortamda yaralı olmayacağını nasıl düşünebiliyorlar anlamıyorum. en sonunda çok sert bir biçimde çağırmam gerekti gelmeleri için. etrafta 7 kadar inşaat işçisi toplanmıştı ve ben de yaralıydım. beni çok kolay hırpalayabilirlerdi. neyse ki inşaat şirketi yöneticileri çabuk geldiler ve bana çok iyi davranıp özür dilediler. sigortaları motorumda oluşan bütün hasarı karşıladı (neredeyse motor pert oluyordu).
kazada kepçe sürücüsünden şikayetçi olmadım. ama sonradan keşke olsaydım diye düşündüm. çünkü operatör kaza anını "kavşağa yaklaştığım sırada arkama bakıyordum. seni görmedim." diye anlattı. bu kadar kötü araç kullanan birisinin serbestçe kepçe kullanmaması için şikayet etmem yerinde olurdu. ama ekmeğiyle oynamak istememiştim o an.
yaklaşık 2 ay boyunca bu kaza yüzünden spordan ve motordan men edildim. kaburgalarımda çatlak olduğundan 2 ay kadar zorlukla nefes aldım.

3- x-max ile yaptığım yegane kaza tam satmaya karar verdikten sonra gerçekleşti.
akşam yorgun argın sürüş yapıyordum. stresli bir dönemimdeydim herhalde ki oldukça gergin ve süratli kullanıyordum. dudullu'da, imes'in arka tarafında giderken ışıklara yaklaştım ve o anda ışık sarıya döndü. tüm istanbullu sürücüler gibi (!) ışık kırmızıya dönmeden geçmek için ben de hızlandım. ancak yanlış hesap bağdat'tan dönermiş. önümdeki araç sarıyı görünce frenledi, benim yaptığım hatayı yapmadı.
onun geçmediğini görünce frenlere asılıp kıvırma hareketi ile yırtmaya çalıştım gerçi ama aradaki mesafe çok kısalmıştı. arabanın arka tamponunun sol köşesine motorun arka lastiği hizasında bir nokta ile dokundum. dokunmam ile dengemin bozulması bir oldu ve gidonun topuzu ile fren kolu bagaj kapağının üzerinde derin sayılabilecek bir sıyrık izi açtı.
meğersem adam da aracını satmaya çalışıyormuş. ikimizin araçları da tam satış öncesi hasar görmüştü. ama benim trafik sigortam onun hasarını karşıladı. ben ise motorun satışını hızlandırıp bir an önce elimden çıkardım.
hemen hemen her zaman çok dikkatli sürüyor olmama karşın arada böyle dikkatsizlikler oluyor.

bu üç kaza dışında bir iki ufak olayım da var. bu önemsizlere de kısaca değineyim:
1- x-max ile sabah trafiğinde işe gitmeye çalışıyordum. kırmızıda durmuş araçların sağından sağından sakince giderken duran taksilerden bir tanesi aniden ve hiçbir belirti yokken sağdaki yola sapmaya karar verdi ve bana dokundu. motorla birlikte kaldırımın üzerine düştüm. ama iki tarafta da hasar olmadığından konu çabucak kapatıldı.
2- bağdat caddesi'nden ethem efendi caddesi'ne dönerken ışıklar var. bize yeşil yandığında dönüş yaptım ancak yayalara da yeşil yanıyordu ve yayalar geçide inmişlerdi. bunu görünce her zaman olduğu gibi durdum ama arkamdan gelen adam durmadı ve bana arkadan çarpıp x-max'i yere devirdi. neyse ki motorda bir sorun olmadı. ama hala adamın ne düşünerek yürümeye devam ettiğine hayret ederim. hadi beni görmedi yayaları da mı görmüyordu?
3- balaban ile uzun bir motor yolculuğuna çıkmak için yenikapı vapur iskelesi'nde buluşacaktık. ben biraz geciktiğim için acele ediyordum. benim saatime göre vapura 5 dakika kalmıştı ve ben iskelenin önündeki kavşaktaydım. vapura çok az kaldığından araçların arasından yavaş yavaş en öne kadar geçtim. tam en öne geldiğimde yeşil yandı. düzgünce motoru kaldırıp hareket ettim ama o anda arkamdan birisi arka tekerleğime dokunarak dengemi bozdu. neyse ki CBF hemen toparladı kendisini ve düşmedim.

bir de kazaya ramak kalan olaylarım var. ne yazık ki bunlardan çok var. ne de olsa istanbul trafiği. ne üzücü ki bunlar hep yayalar ile ilgili konular. geçitten geçmek yerine duran arabaların arasında yürüyen yayalar, bahar geldiğinde dalgın dalgın dolaşan öğrenciler, akşam evine gitmek için acele eden yayalar...

umarım en kötüleri bu kadar olur...

köprüden bisikletle...


başlangıç noktasında beklerken

bu sene hollanda ile türkiye arasında diplomatik ilişkilerin başlamasının 400. yıl dönümüymüş. bisikletsever hollandalılar bunu cumhurbaşkanlığı bisiklet turuna bir halk sürüşü bölümü eklemek suretiyle kutlamaya karar vermişler, bence çok da iyi etmişler.

her yıl avrasya maratonuna köprüyü yürüyerek geçmiş olmak için katılıyorum. zira bence istanbul’un en güzel manzarası köprünün üstünde. ve her yıl orada bisikletleriyle gelenler, patenleriyle gelenler... oluyor. ve inanılmaz kalabalık oluyor. bu organizasyonda ise yalnızca bisikletçiler vardı ve katılım da 1000 kişi ve 18 yaş üstü ile sınırlandırılmıştı.

katılımcıları 18 yaş üstü ile sınırlandırınca ilginç bir katılımcı profili oluşmuştu: her markadan en pahalı ve en havalı bisikletlerin üzerinde kelli felli, göbekli insanlar; bisiklet taytlarının içinde artık kendini salmaya başlamış bedenler, en pahalı bisiklet malzemelerini üzerine geçirmiş, ağarmış saçlı katılımcılar...

sabah kahvaltımızı kadıköy denizatı restoranın denize bakan balkonunda yaptık. sonra vapur ile beşiktaş’a geçtik. vapurda herkes elif’in katılmasına izin verilip verilmeyeceğini soruyordu. bense bu konuda hiç kaygılı değildim. 18 yaşından küçüktü, evet, ama kendi bisikletiyle gelmemişti. en kötü ihtimalle sahilde biraz bisiklete biner dönerdik. beni kaygılandıran şey elif’in ilk kez bineceği bisiklet koltuğunu sevip sevmeyeceği; etkinlik boyunca orada oturmayı kabul edip etmeyeceğiydi.

beşiktaş iskelesinde ilk kez elif’i oturttuk makam koltuğuna ve başladık yıldız yokuşunu tırmanmaya. gıkı bile çıkmadı, hatta sevdi kanımca. tam ona göre: rüzgar esiyor, manzara sürekli değişiyor...

sonunda yahya kemal parkı’na geldik. etkinliğin başlamasına daha bir saat kadar vardı. elif çimenlerin üzerine kuruldu, biz de katılacağını bildiğimiz arkadaşlarımıza bakınmaya başladık. aynı zamanda katılım numaralarımızı ve tişörtlerimizi aldık, eurovizyon hollanda temsilcisinin konserini dinledik, insanlarla fotoğraf çektirdik.

sonunda profesyoneller önümüzden geçti ve bizim de gitmemize izin verdiler. tam ben pedallara basmıştım ki elif uyuyakaldı. ne yazık ki güzel kızım ne bisiklet turu görebildi, ne de boğazdan geçtiğini. bütün yol boyunca, varana kadar uyudu. açık hava çarpmıştı.

ben, elif uyuyor ve uyurken de başı düşüyor olduğundan fazla oyalanmadan köprüyü geçip caddebostan’daki bitişe varmayı tercih ettim. bu yüzden de pek köprünün tadını alamadım. ama sürüş çok keyifliydi.

caddebostan’da ise bizi madalyalar da içeren güzel bir bitiriş bekliyordu. 3 madalyayı boyunlarımıza takıp meyva sularımızı da içtikten sonra yeniden kadıköy’e doğru pedal basmaya başladık. akşam 17.00 sularında yine arabamıza ulaşmış ve etkinliği tamamlamıştık. etkinliğin tadı damağımda kaldı. ailecek bisiklete binmek kesinlikle sık sık yapılması gereken birşey. umarım bu etkinliği de avrasya maratonu gibi her sene yaparlar.

o günlerde kaynaklar insan kaynıyordu...

kaynaklar vadisi genel görünümü
izmirli kaya tırmanıcılar 10 yıldır buca kaynaklarda kaya tırmanış şenliği düzenliyor, bir tanesine bile gitmemiştim. bu sene arkadaşlarımın katılacağını duyunca niyetine girdim. niyetine girdim dediysem antrenman filan yaptığım sanılmasın, niyetine girdiğim tek şey orada olmak.

zirve dağcılık (planladığı etkinliği yapamayacağını anlayınca) ısrarlarıma dayanamayıp rotayı kaynaklar'a çevirmeyi kabul etti. son gün aracın iptal edileceği söylendi ama araç kaldırmaya niyetlenen diğer bir grup ile birleşerek aracı kaldırmayı başardılar. araç kaldıramasaydılar bile bir biçimde gidecektim ama gereksiz heyecan oldu işte...

öğlene doğru vardık şenlik alanına ve ilk iş çadır attık. yılda bir kez çadır kurduğumdan acemiliğim tuttu. esen şiddetli rüzgar iki kazık ve iki taş ile daha iki tarafını ancak sabitleyebildiğim çadırımı uçurdu. neyse ki real'den aldığım 40 TL değerindeki yazlık çadırım hasar görmedi. bu arada da herkes çadırlarını zeytin ağaçlarının altına kurarken ben çadırımı izmir güneşinin tam altına kurmuşum, iyi mi!!! gündüz çadıra girmek haram oldu ama yine de büyük bir sıkıntı olmadı. önemli olan ortamı solumak...

ilk gün öğleden sonra tırmanış partnerim hale ile sektörlere bir göz atalım dedik. ilk gittiğimiz sektörde insanlara sektörün adını sorduk. yanıt "sektör ne?" oldu. meğersem gittiğimiz yer kaynaklar'daki rotaların bulunduğu sektörlerden birisi değilmiş. orada bulunanlar da diğer her yer çok kalabalık olduğu için sakin bir eğitim yeri arayan yenilermiş. ilk atışta sektörlerin olduğu yeri bile bulamadığımıza gülerek, biz de onlarla birlikte biraz kısa kaya yaptık.

BTC Rules!
sonrasında da "ön yüz" sektörüne insanları seyretmeye gittik. herkes bir telaş içinde tırmanıyordu. kaynaklarda düşündüğümden çok daha fazla rota ve sektör varmış. her yer tırmanıcı doluydu. ama ben daha kısa kaya yaparken kolları şişirdiğimden ve bir yıldır giymediğim frikşınlarım ayağımı acıtıyor olduğundan asıl sektörlerde insanları seyretmeyi tercih ettim.

akşam yemeğinde sponsorlardan banvit'in verdiği köfteleri, mangalda az pişmiş olarak yedikten sonra gece zorbey ve mümin'in (petzl türkiye tırmanış takımı) bu sene gittikleri çin etkinliğinin sunumunu seyrettik. zorbey ve mümin birbirlerine takılarak (bir nevi hacivat karagöz gibi) bir sunum yaptılar. içine kapalı çin toplumunu az bilinen yönleriyle aktardılar. bu arada türkiye dağcılığı ve kaya tırmanışının da ne kadar geri olduğunu vurgulamayı ihmal etmediler.

gündüz hava kapalıydı. gece ise iyiden iyiye soğudu. geceyi incecik uyku tulumunun içinde titreyerek geçirdim. 'burası izmir, ne soğuk olacak' deyip en ince uyku tulumum ile gelmiştim, yanılmışım. (neredeyse bere bile almıyordum da sevgili karım sağolsun. hayatımı kurtardı resmen.)

ikinci gün köyde kahvaltı ile başladı. dün yaptığım yarım saatlik kısa kaya yüzünden ağrılarım sürüyordu. çınarın altındaki kahvaltı uzadı da uzadı. ardından sevgili dostum uğur ve btc ekibi geldiler. zaten tırmanmaya pek hevesli olmadığımdan günü onlara takılarak geçirdim. onlar tırmanmaya gittiklerinde ise fotoğraf çekme bahanesiyle yine tırmanıştan kaytardım. (geçen sene aldığım nikon D90 fotoğraf makinesini açık havada denemek için sabırsızlanıyordum. sonuçlar berbat. bu dijital SLR işi düşündüğümden çok daha zormuş. zaten pek elime alacak zaman bulamıyorum. teknolojik aletlerden de çok iyi anlamıyorum. sonuçları doğal kabul etmek lazım.)

ikinci günün akşamı 'beklenen' echoes konseri vardı. 10 senedir şenliğe geliyorlarmış. solist ilk şenliği filan anlattı kısaca. sonra da bütün gece süren rock müzik. iyi çalıyorlardı, ama gece çok soğuktu. bas gitaristin önü açık gömleğiyle bütün gece çalabilmesi beni hayretler içinde bıraktı. çünkü tırmanıcı ahalisi ateşlerin çevrelerinde öbeklendi resmen, öyle bir soğuk vardı. ben soğuğa ve yorgunluğa gece yarısına kadar dayanabildim, sonra çadırıma kaçtım. titreyerek bir gece daha geçirdim. neyse ki çadırımı sakin bir yere kurmuşum, konserde azanlar beni çok rahatsız etmedi.

son gün sabah yine çınarın altında kahvaltı ettik. çınarın altı kahvaltı için muhteşem bir mekan. pazar günü aşırı kalabalıktı. pazartesi ise (tatil olmasına karşın) oldukça sakinlemişti. geç kalkan birçok insan çadırlarını toplayıp şenlik alanını terk etmeye başladı. bunu görünce nedense bana bir tırmanış hevesi geldi. uğur ve btc ekibi kahvaltıya gelirken ben de tırmanmak için yukarı doğru hareket ettim.

bilge, ayşen'in emniyetini alıyor
benim tırmanabileceğim zorluktaki rotalar artık boşalmıştı. hale kendi işleri için bir gün erken ayrıldığından zirve'den ibrahim aldı emniyetimi. ibrahim'in yoğun desteği (ve arada asansör filan yapmasıyla) bir tane 5+ ve bir tane de 6 derece (pilli bebek) rotayı üstten emniyetli çıktım. birkaç deneme daha yapsaydım lider bile çıkardım kanımca. öyle bir gaz gelmişti, görmeliydiniz...

ama günü tadında bırakmaya karar verdim. öğlen saatlerinde sevgili dostum uğur'un ankara'ya doğru yola çıkacak olması nedeniyle aşağı inip onunla vedalaştım. böylece şenliği de başarılı (!) tırmanışlar ile kapatmış oldum:)
kaynaklar canlı varlıklar açısından da pek zenginmiş. ikinci gün öğleden sonra çadırda keyif yaparken üzerimde gezinen bir kene gördüm. neyse ki daha ısırmamıştı. civardaki ağıl ve hayvanlar yüzündendir diye düşündüm. son gün aşağı inerken ise yücel iki yerde yılan gösterdi. o göstermeseydi ben yine görmezdim ve böyle tırsmazdım.
şenliğe emeği geçen herkesin ellerine sağlık, çok eğlendim... "raki, sis kebap şok gusel. yine gelecek ben!"