22 Ağustos 2012 Çarşamba

gürcistan – 4 / bethlemi hut - plato

bethlemi hut

tırmanışı planlarken epey kararsız kaldım. sürekli plan yapıyor, değiştiriyor, farklı seçenekler üzerinde çalışıyor ve onları da değiştiriyordum. emin olduğum tek şey birinci denemede zirveye ulaşamazsak bir gün dinlenip bir kez daha denemek istediğimdi.

tur şirketlerinin standart programı iki günde dağ evine ulaş, bir gün aklimatizasyon için ortsveri zirvesine çık, sonra da dağ evinden zirveyi dene biçiminde. ama biz bu programı 2007 senesinde denemiştik ve aynı hatayı yinelemek için bir neden göremiyordum. bu sefer daha hızlı ve daha hazırlıklıydık. bu yüzden ‘bir günde dağ evine ulaş, ikinci gün aklimatizasyon, üçüncü gün zirveyi dene, olmazsa bir gün dinlen yine dene’ biçiminde kafamızda bir plan yapmıştık ve tırmanışa ayırdığımız süre bunu yapmaya müsaitti.
kara haç

2007 senesinde dağda bizim dışımızda tek bir ekip vardı: estonyalılar. onlar zirve öncesi platoda kamp atmış ve bize kıyasla zirveye çok daha yakın bir noktaya kadar ulaşmışlardı. buna karşın onlar da aşırı rüzgar yüzünden zirve yapamamıştı. (2007 eylül’ünde öyle bir rüzgar vardı ki ayakta durmakta bile çok zorlanıyorduk. hiç rüzgar esmezken aniden çok şiddetli esiyor ve aniden yine kesiliyordu. tırmanışı bırakıp aşağı erken inmemizde beni bile iki kere yere yıkmayı başaran rüzgarın etkisi büyüktü.) yine de estonyalılar bize göre çok daha başarılı idiler ve bunu da platoya kamp atmış olmalarına bağlıyordum.

gelmeden önce ilk zirve denemesini dağ evinden yapıp ikinci denemeyi platoda kamp atarak yaparız diyorduk. ama dağ evinde tanıştığımız ve bizim dağ evine çıktığımız gün platoya kadar aklimatizasyon ve keşif tırmanışı yapmış olan iki fransız kardeşin anlattıkları bize bu kararımızı değiştirtti. akşam yemeği sırasında fransız kardeşler ile oda arkadaşımız, dağ rehberi georg’un rota hakkında anlattıkları tırmanışa gece karanlığında başlamama kararı almamıza neden oldu.
işte tırmanışın en tehlikeli bölümü

ekipler dağ evinden gece 02.00 gibi çıkıyor ve ekibin hızına bağlı olarak üç ilâ beş saat arasında bir sürede platoya ulaşıyorlardı. dağ evinden çıkan ekipler platoya ulaştıklarında gün ancak ışımaya başlıyor oluyordu. 2007 denememizden, karanlıkta geçilecek yerlerin ne kadar tehlikeli olduğunu biliyor ve buraları karanlıkta geçmeyi hiç mi hiç istemiyorduk. gelirken gösterdiğimiz göz doldurucu performans da bizi, ilk denemeyi platodan yapma konusunda cesaretlendirdi.

sabah 06.35’te kalktığımızda ben iyi bir uyku uyumuş, biraz olsun dinlenmiştim. gerçi dün akşamki keyif ve neşemden eser kalmamıştı ama kötü de sayılmazdım. meltem ise hiç de iyi bir gece geçirememişti. yatmadan önce birer aspirin almış olmamıza karşın her ikimizde de yüksekliğin etkileri görülmeye başlamıştı. buna karşın planı değiştirmedik. tırmanışın devamında ihtiyaç duymayacağımız malzemeleri dağ evinde bıraktık. toplanma işlerini halledip kahvaltımızı ettikten sonra 08.45 gibi dağ evinden kamp yükümüzle ayrıldık.

dağ evine çıkışı bir emler tırmanışı gibi hayal etmiştik. bugün ise ağrı’da 4200 kampına çıkıyormuşuz gibi olacaktı. aradaki tek fark ağrı’ya göre çok daha kuzeyde olan bu dağda bir yaz tırmanışı için epey bir kar ve buz görecek olmamızdı.

09.30 sularında beyaz haça ve bundan 15 dakika sonra da siyah haça ulaştık. bu bölümü 2007 tırmanışında iki kez geçmiştik. ama bu sefer bariz bir biçimde yol daha belirgindi. her yanda taş babalar vardı, kaybolmak neredeyse imkansızdı. 2007 tırmanışında bize rota konusunda yardımcı olan dağ evi bekçisi levani siyah haçtan sonra buzula girmemizi ve buzulun ortasından, çatlaklara dikkat ederek platoya kadar ilerlememizi söylemişti. okuduğumuz raporlar da bunu teyid ediyordu. oysa şu anda patikalar ve işaretler bizi dağa doğru götürüyordu. fransız kardeşler tırmanışın platoya kadar olan bölümünün en tehlikeli yerinin burası olduğunu söylemişti. burasını hızlı geçebilmek için siyah haçın orada beş dakika kadar dinlendik.

siyah haçtan sonraki bölümde iki büyük tehlike var: birincisi dağdan düşen taşlar. bize, saat 09.00’dan itibaren burada çok ciddi taş düşmeleri yaşandığı söylenmişti ve bizim saatimiz de 10.00’a yaklaşıyordu. rehberli turlar burayı olabildiğince erken, karanlıkta geçiyorlarmış. böylece rehberler kayalara iyice yaklaşıp müşterilerini ikinci büyük tehlike olan buzul çatlaklarından koruyorlarmış. ancak gündüz gözüyle tırmanmayı tercih etmiş olan bizler, şimdi hem taş düşmeleriyle, hem de buzul çatlaklarıyla uğraşmak zorundaydık. taşların çok risk oluşturduğu yerlerde buzul çatlaklarına, buzul çatlaklarının geçit vermediği yerlerde kayalara yaklaşarak, ama çoğunlukla gece geçenlerin izlerini takip ederek tırmanmayı sürdürdük. bir noktada bu güvenli çizgi tamamen ortadan kalktı. hem ciddi buzul çatlaklarının, hem de ciddi taş düşmesi riskinin olduğu, dar bir yere geldik. neyse ki burayı da sorunsuzca geçtik ve bugünün en tehlikeli 20 dakikası da geride kalmış oldu.
3 mevsimlik çadırımız

buradan sonra düşen taşları uzaktan, güvenli bir mesafeden seyrederek ve çok bariz bir patikayı takip ederek tırmanmayı sürdürdük. ancak molaların sayısı artmaya, süreleri uzamaya başladı. çünkü irtifa artık 4000 metreye yaklaşmıştı ve kamp yüküyle artık hızlı ilerleyemiyorduk.

bariz çatlak tehlikesine karşın ipe girmedik ve krampon da takmadık. mümkün olduğu kadar hızlı gitmek istiyorduk ve ipin yaratacağı tartışma ve sürtüşmelere de hiç ihtiyacımız yoktu. bununla birlikte çatlak riski olan yerlerde iki katı dikkatle hareket ediyor ve adımlarımızı atmadan önce mutlaka bir iki baton darbesi ile üstü kapalı çatlak olup olmadığına bakıyorduk. neyse ki ilerleyen saate karşın kar oldukça sertti ve bize güvenli ve hızlı hareket etme olanağı sağlıyordu. bu dakikadan sonra tek endişemiz platoyu bulup bulamayacağımızdı.

dağ evindeyken yukarıda birden çok plato olduğu söylenmişti. kimisi iki diyordu, kimisi üç. ama herkes birden çok plato olduğu konusunda hemfikirdi. bizim ise tek derdimiz bunlardan herhangi birisine ulaşmaktı. kaç tane olduğu önemsizdi, güvenle kamp kurabileceğimiz ilk yere konuşlanacaktık. tırmanışa başlamamızın üzerinden dört saat geçtiğinde düz bir alana ulaştık. karşımızda uzunca bir bayır vardı. yukarıdan zirve yapmış (ya da yapamamış) bir sürü ekip geliyordu. hepsi ile ayrı ayrı selamlaşıp tebrik ediyorduk. platoyu sorduğumuzda yukarısını işaret ediyorlardı. ancak biz çok yorulmuştuk ve bulunduğumuz yer de kamp kurmak için çok uygundu. zaten de ayağımızın altındaki kar artık iyice yumuşamaya başlamış ve devam etmek için elverişsiz bir hale gelmişti. daha fazla zorlayıp kendimizi tüketmek istemediğimizden 12.45 sularında kampı kurmaya başladık.

ne yazık ki kış koşullarında yapılacak bu kamp için çok hazırlıklı olduğumuz söylenemezdi. küreğimiz olmadığından çadırımızı zeminin üzerinde biraz gezinerek olduğu kadarıyla kurduk. kar kazığımız olmadığından yerine batonları ve kazmaları kullandık. onlar bile yumuşak karda zor tuttu. olduğu kadar sabitleyip kendimizi çadırın içine atıp dinlenmeye çekildik. aslında birşeyler yememiz ve içmemiz gerektiğini biliyorduk ancak ikimizin de iştahı hiç yoktu. zar zor biraz birşeyler içip yattık. uyumuyorduk ama gözlerimizi de açamıyorduk. kendimizi tüketmemiştik ama kıpırdama isteğimiz de hiç kalmamıştı.

biz bu şekilde dinlenirken yanımıza iki çadır daha geldi: gürültücü gürcü dağcılar ile çek cumhuriyeti'nden sempatik bir çift. çekler önce burasının plato olup olmadığını sordu. onlara olmadığını ve ilerisinin plato olduğunu söyledik. onlar da bayırı tırmanmaya başladılar. aslında bayırı sonuna kadar da tırmanmışlardı ancak geri dönüp kampı bizim yanımıza atmaya karar verdiler (ertesi gün bunun gerekçesini görerek anlayacaktık). 

dağ evine yükselirken kapalı ama yağışsız, beni endişelendiren ama tırmanış için güzel sayılabilecek bir hava vardı. bugün ise aşağıda, stepansminda üzerinde kaynaşan bulutlar beni çok endişelendirmişti ama biz tamamen açık ve güneşli bir havada yürüdük. akşamın ilerleyen saatlerinde rüzgar şiddetlendi. fırtınaya çevirmesinden ve bu düzlükte rüzgarın çadırımızı dövmesinden endişelendiğimiz için akşam saatlerinde çadırımızın ön tarafına gürcülerin küreği ile derme çatma bir kar duvarı yaptık. pek de işe yaramayan duvarımızı tamamlayınca yine dinlenmeye çekildik. ne yazık ki hiçbir şey yiyemiyorduk. boğazımızdan zorla geçirdiğimiz şeyler midemizde bize eziyet ediyordu. bu kadar hızlı yükselince bunun olağan olduğunu bildiğimiz için bolca sıvı alıp yattık. umudumuz sabaha kendimizi toparlamış olarak uyanmaktı.

15 Ağustos 2012 Çarşamba

gürcistan – 3 / stepansminda – bethlemi hut


özellikle yoğun bir biçimde hazırlıklarla uğraştığım türkiye’deki son haftada o kadar heyecanlıydım ki sanıyorum ancak üniversite sınavı öncesi ile karşılaştırabilirim. neyse ki meltem’in istanbul’a gelişiyle biraz sakinledim. işte bu da tırmanış partnerinin yakın bir insan olmasının avantajı.

22 temmuz sabahı saat 06.00’da diana’nın ev pansiyonunda uyandığımızda da hafif bir heyecan vardı üzerimde. bu dakikadan sonra her adım zirveye ulaşmak için...

07.10’da yılmaz bizi aldı ve kahvaltı için işçi yemekhanesine götürdü. saat 08.00’e kadar birlikte kahvaltı ettik, sonra oradakiler ile helalleşip yola düştük.
meltem günün tek molasında

önce çantalarımızı atlara yükledik. hızlı ve hatasız bir yürüyüşe ihtiyacımız olduğundan at efendisini takip ederek dağ evine kadar gitmeyi umuyorduk. ancak at efendisi, at sırtında yolculuk ettiğinden ve atlar da bize göre daha tempolu yürüyor olduğundan birlikte yürümek mümkün olmayacaktı. at efendisi ile buzul dilinin orada buluşmak üzere sözleşip kamyonet ile kilisenin oraya çıktık. 2007 yılında, yaklaşık 1600 metre yükseklikteki köyden 2170 metre yükseklikteki kiliseye kadar olan etabı da yaklaşık 1 saat 45 dakikada yürümüştük. ama bu sefer hızlı olmalıydık, zira yolumuz uzun.

önceki gecenin huysuzluğu, gökyüzüne hala hâkimdi. denemeyi ertelemeyi düşündürtecek kadar sıkıntılı bir hava vardı ama programı bozmayı da hiç istemiyorduk. saat 08.45’te tsminda sameba kilisesi’nin oradan içinde yalnızca su, yiyecek ve fotoğraf makinesi bulunan çantalar ile yürümeye başladık.

bir pazar sabahı olması ve buranın en iyi mevsimi olması nedeniyle patikalar insanın kaybolamayacağı kadar kalabalıktı. gerçi biz patikanın girişini pek tercih edilmeyen, biraz farklı bir yoldan yapmışız ama yolu doğrultmamız çok zor olmadı.
meltem buzulun üzerinde (arkada başka bir ekip)

tırmanış sırasında heyecanımı biraz olsun bastırmak ve yurt dışında tırmanış yapıyor olmanın baskısını üzerimden atabilmek için türkiye’de bir zirveyi deniyormuşum gibi kendimi kandırmaya çalıştım. “çıkışın kiliseden dağ evine kadar olan bölümü türkiye’de hangi tırmanış ile benziyor olabilir?” diye düşündüm ve yürüdüğümüz yerlerde patika bulunması, zorluğun benzer olması ve yüksekliklerin birbirine çok yakın olması nedeniyle bunun bir “emler tırmanışı” olduğuna kanaat getirdim. (dağ evinin yüksekliği 3653 m, emler’inki 3724 m.) bu nedenle yol boyunca hiç dağcılık yapmamış insanların bile emler’i çok rahatlıkla bir günde çıkıp sokullupınar’a dönebildiklerini, son antrenman tırmanışında emler’i kolayca çıkmış olduğumuzu sürekli kendime telkin ederek moralimi yüksek tutmaya çalıştım.
dev bir buzul çatlağı

saat 10.45 olduğunda yaklaşık 3150 metre yüksekliğindeki "sabertse geçidi"ne ulaştık (“bu emler tırmanışı olsaydı burası ‘kapı’ olurdu” diye meltem’le gülüştük). at efendisi, biz burada turistler ile laflarken, bizi yakaladı. ama o dinlenirken biz yokuş aşağı, dereye doğru yollandık çünkü önümüzde bugünün en zorlu bölümü vardı: dere geçişi. buzulun erimesiyle oluşan bu derenin suyu çok soğuk ve dere yüksek bir debi ile akıyor. bu yüzden suya girmeden taşların üzerinden sekerek geçmek gerekiyor. saat 11.30 sularında, dereyi geçmeye çalışan diğer dağcılar ile de yardımlaşarak ve aslında çok da zorlanmadan dereyi geçtik. ama birkaç saat sonra gelecek olanların bizim kadar kolay geçemeyeceğini de 2007 tırmanışından biliyorduk. 2007 tırmanışında ilk günün sonunda burada, dere kenarında kamp atmıştık. burada temiz su kaynağı olduğundan, bu sefer de ilk molamızı burada verdik. biz dinlenirken atının üzerinde dereyi hiç zorlanmadan geçen at efendisi buzul dilinin orada buluşmak üzere yanımızdan geçip yoluna devam etti. biz de 10 dakikalık molanın ardından yine patikaları takip ederek yarım saatlik bir yürüyüşle buzul diline ulaştık (bu bir emler tırmanışı olsaydı buzul dili “çelikbuyduran” olacaktı).
bethlemi hut dağ evi

at efendisi buzul dilinin orada bizi bekliyordu. 2007 senesinde olduğu gibi bu sefer de buzulun üzerinden giden rotayı takip etmeye karar verdik. zira at efendisi de öyle yapacaktı. bize, el kol hareketleri ile, dağ evinin hizasına kadar buzulun ortasından yürümemiz gerektiğini ve tam dağ evinin hizasına geldiğimizde dağ evine doğru dönüp dik bir biçimde buzuldan çıkmamız gerektiğini anlatıp kendisi yola düştü. meltem yürüyüş ayakkabılarının yerine dağ ayakkabılarını giyince zaman kaybetmeden biz de buzulun üzerine çıktık. 2007 senesinde buzula girmeden krampon bağlamış ve ipe girmiştik ama bu sefer hızlı olmak için bunu yapmadık, buraya kadar nasıl geldiysek aynen öyle, elde baton devam ettik.
ranza

saat 13.40 civarlarında buzulun en tehlikeli bölümü olan ve dev buzul çatlaklarının olduğu son bölümü de bir buz köprüsünün üzerinden geçip ayağımızı yeniden kayaya bastık. bir arkadaşımız bu bölümdeki çatlakları “içine otobüs düşebilecek büyüklükte” diye tanımlamıştı, abartıyor demiştik. 2007 yılında abartmıyor olduğunu gördüğümüzden beri burası tırmanışın ilk gününün en çok korktuğum bölümüydü. burayı da sorunsuz geçince dağ evine ulaşmak için geriye yalnızca seksen metrelik dik bir patika kalmıştı ve hiç zaman kaybetmeden burayı da çıkıp 14.25’te 3653 metre yükseklikteki bethlemi hut dağ evine ulaştık.

düşündüğümüzün aksine dağcılar genellikle, çadır başına 10 Lari karşılığında dağ evinin dışında kalmayı tercih etmişlerdi. bu sayede dağ evinde kolayca kişi başı 20 Lari’ye iki kişilik yer bulduk (2007 yılında kişi başı 15 Lari ödemiştik ama sezon sonu olduğu için ve türk olduğumuzdan bize indirim yapmışlardı). gürcü rehber georg ve alman müşterisi mike’ın üst katına yerleştik ve hemen yemek işlerine giriştik. 2007 yılından beri dağ evinin odaları hiç değişmemişti. bununla birlikte mutfak biraz daha düzeltilmiş, mutfağa su getirilmiş ve dağ evinin dışına da tuvalet barakası inşa edilmişti. 
dağ evinden buzulun yürüdüğümüz bölümünün görünümü

günün kalanını dinlenerek, yemek yiyerek ve hazırlık yaparak geçirdik. günün kalanında o kadar mutluydum ki... buraya kadar olan bölümdeki performansımız benim açımdan çok sevindiriciydi. akşam resmen içim içime sığmıyor, çocuklar gibi neşe ile gülüp eğleniyordum. emler’in zirvesine sokullu’dan yüksüz olarak çıkmak ne kadar sevindirici olabilir ki diyeceksiniz, ama 2007 senesinde dağ evine çıkasıya kadar bile ne kadar zorlandığımı, dağ evine ulaşasıya kadar bile ne çok zaman ve efor harcadığımı çok net hatırlıyordum. yapmış olduğum onca antrenmanın boşa gitmemiş olmasına seviniyor ve zirve için de umutlanıyordum. 8 saat olarak hesapladığım tırmanışı 5 saat 40 dakikada bitirmiş, bolca dinlenme zamanı kazanmıştık. özellikle de meltem’in, tek bir tırmanış hariç neredeyse hiç antrenman yapmamış olmasına karşın hiç zorlanmadan ve benimle aynı tempoda dağ evine kadar gelmiş olması inanılmaz geliyor, beni çok mutlu ediyordu. ama sonuçta (buzul geçişini saymazsak) emler zirve’ye ulaşacak kadar tırmanmıştık. daha önümüzde ağrı zirveye kadar yükselmemizi gerektirecek bir tırmanış vardı.

tüm hazırlıklarımızı tamamlayıp 21.10’da yattık. 2007 eylül’ünde geldiğimizde hava çok soğuk olduğundan jeneratör çalışmamış, kafa lambaları ve mum ile idare etmiştik. bu sefer hava kararınca elektrikler yandı ve gece 22.00’ye kadar da yanmaya devam etti. (gece 02.00 ile 04.00 arasında da zirveyi deneyeceklerin hazırlanması için yine jeneratör çalıştırıldı.)


14 Ağustos 2012 Salı

gürcistan – 2 / tiflis – stepansminda

kazbek, özellikle avrupalı dağcılardan yoğun ilgi gören bir dağ. bunda sanıyorum çıkışı kolay bir beşbinlik olmasının yanı sıra bir yunan destanına konu olmuş olmasının da etkisi vardır. prometheus'un tanrılar tarafından kazbek'e zincirlendiğine ilişkin yaygın bir inanış var. ‘holy trinity’ kilisesi de gezginlerin görmeyi istediği bir yer. yaz aylarında, cumartesi geceleri otel ve pansiyonlarda yer bulmak mümkün olmuyormuş. tüm otel ve pansiyonlar pazar sabahı yapılacak ayine katılmak isteyenlerle dolup taşıyormuş.

yola çıkmadan önce, en önemli sorunumuz yer ayırtamıyor, gürcistan hazırlıklarını türkiye'den yürütemiyor olmamızdı. ne stepansminda’daki* ev pansiyonlarında, ne de dağ evinde yer ayırtmayı başaramadık. dağ evinde, özellikle de bu yoğun sezonda, kesinlikle yer ayırmıyorlar. stepansminda’daki pansiyonların ise web sayfaları yok (olanlar da gürcüce ve gürcü alfabesi ile hazırlanmış. birşey okumak mümkün değil.) bu yüzden şansımıza güvenmemiz gerekiyordu.

köyün dolmuş durağı
istanbul sabiha gökçen’den 23.45 gibi kalkan uçağımız tarifesine uygun bir biçimde 02.45’te tiflis’e indi. saatlerimizi bir saat ileri aldık. bütün çantalarımızı yeniden bir araya toplayasıya kadar da bir saat kadar geçti ama yine de güneşin doğuşuna ve tiflis’ten kazbegi’ye kalkacak ilk aracın saatine (ilk araç saat 09.00’da kalkıyor) çok vardı. türkiye’de planlama yaparken havaalanından bir taksi ile anlaşır ve hiç oyalanmadan stepansminda’ya geçeriz diye düşünüyorduk. ama havaalanından stepansminda’ya kadar taksi için 250 Lari (yaklaşık 270 TL) istenince bundan vazgeçtik. zira dolmuş ile gitmek 10 Lari, gündüz saatlerinde taksi ile gitmek ise 60 Lari. biraz zaman kazanmak için bu farkı ödemeye değmezdi. bunun yerine havaalanının sakin bir köşesine kıvrılıp uyumayı tercih ettik.

dört saat kadar matların üzerinde uyukladıktan sonra kalkıp önce para bozdurduk. (havaalanındaki banka gişesi 100 USD karşılığında bize 164 Lari verdi.) sonra havaalanından şehre giden, kırık dökük, sıkış tepiş otobüse binip kişi başı 0,50 Lari ödeyerek tiflis’in bağdat caddesi sayılabilecek rustaveli caddesi’ne gittik.

köyde bir evin duvarındaki fresk
rustaveli caddesi’ne gitme nedenimiz havaalanındaki danışma görevlisinin tiflis’teki dağcılık mağazalarının burada toplandığını söylemesiydi. uçağa yakıt kartuşu sokamadığımız için bir yerlerden bütan propan kartuşu satın almayı umuyorduk. gerçi her ihtimale karşı yanımızda benzinli ocak ve benzin vardı ama zamanımız boldu nasılsa. ne yazık ki danışma görevlisi çocuk bize kesin bir adres ve mağaza adı veremedi.

yaklaşık yarım saatlik yolculuğun ardından rustaveli caddesi’nde otobüsten indiğimizde saat 08.40’tı. bu saatte açık bir dağcılık mağazası bulamayacağımızdan kahvaltı etmeye karar verip ilk gördüğümüz yere oturduk. koca çantalarımızı çok taşımadan zaman öldürmeye çalışıyorduk. birer yumurta, birer sallama çay ve ekmek için toplam 16,50 Lari ödedik. bu arada cep telefonlarını uluslararası görüşmeye açtırdık, türkiye’de yapmayı unutmuşuz.

bir saat kadar oyalandıktan sonra oturduğumuz yerden tabelasını gördüğümüz bir turizm acentasına nereden yakıt kartuşu bulabileceğimizi sordum. kadın bizi dinamo stadyumu’nun oraya yönlendirdi. neden oraya yönlendirdiğini sorunca rustaveli’deki mağazaların çok pahalı olduğunu söyledi. bir bildiği vardır diyerek bir taksi çevirdik ve çantaları bagaja yükleyip stadın oraya gittik. burada gerçekten yan yana bir sürü spor mağazası vardı ve kartuş da vardı ama ne yazık ki kartuşlar bütan kartuşlarıydı. orada tekrar sorup tarif aldık ve bu tarif üzerine gerçekten çok düzgün bir dağcılık mağazası olan “magelani”yi bulduk. coleman’ın 500 gramlık en büyük boy bütan propan kartuşlarından iki tane aldık ve toplam 50 Lari ödedik.

yazar alexander kazbegi heykeli
son eksiğimiz de tamamlandıktan sonra yine aynı taksi ile kazbegi dolmuşlarının kalktığı didube otogarına geçtik. gürcistan’da taksilerde hala taksimetre yok. bu yüzden gideceğiniz yeri söyleyip taksici ile pazarlık etmeniz gerekiyor. biz de bu oradan oraya dolaşma neticesinde taksiye pazarlıkla 26 Lari ödedik. dolmuştaki hemen herkes turistti ve çoğu kocaman dağ çantaları ile gelmişti. (ama itiraf edeyim ki hiçbirisinin malzemesi bizimkiler kadar çok değildi.) tiflis’ten kazbegi’ye dolmuş kişi başı 10 Lari ama dolmuşçu çantaların büyüklüğü ve çokluğu nedeniyle dağcılardan ikişer Lari fazla istedi, sorun etmedik.

gürcistan askeri otoyolu'nda (georgian military highway) yaklaşık üç buçuk saatlik, sıkış tepiş bir yolculuğun ardından stepansminda’ya ulaştık. yolun son bölümü 2007 senesinden beri çok bozulmuş ama genel olarak epey rahat bir yolculuktu. araçtan iner inmez, kara giysilerinin içinde yaşlı teyzeler yolcuların çevresini sardı. hepsi evi için müşteri kapma telaşındaydı. biz, dağcıların sıkça kullandıkları vano sujashvili’nin evinde kalırız diye düşünüyorduk. hatta bu konuda vano ile yazışmıştık. ancak önce, 2007 yılında tanıştığımız ve bize her konuda yardımcı olan azeri manav kurban’ı bulup onun önerisini sormaya karar verdik. tesadüf eseri kurban yanımıza geldiğinde yanında başka türkler de vardı. gürcü – rus sınırına yakın bir noktada, bir türk müteahhitin aldığı baraj inşaatı işinde çalışan ercan ve arkadaşları bize kalınacak yer konusunda çok yardımcı oldular. epi topu bir gece kalacağımız yerden tek bir isteğimiz vardı: banyonun odanın içinde ya da çok yakınında olması. bunu bulasıya kadar beş ayrı pansiyon gezdik ve en sonunda “diana’s guesthouse” bizim ihtiyacımızı karşıladı.

2007'de kaldığımız stepansminda oteli
stepansminda’da ev pansiyonculuğu son beş yılda çok gelişmiş. yeni oteller de açılmış. özellikle ilia state university hem makul fiyatlı (gecelik kişi başı 40 Lari), hem de oldukça düzgün bir otel. ancak burada yer bulamadık. önceki gelişimizde kaldığımız, meydandaki stepansminda otel de çok düzgün (gecelik yemeksiz kişi başı 50 Lari). ama burada da yer bulamadık. diana’nın evi hem temiz, hem geniş, hem de banyolu idi. ücretsiz internet de kullandık ve yalnızca gecelik kişi başı 20 Lari ödedik. buna yemekler dahil değildi. zaten tüm yemeklerimizi türk işçiler ile birlikte, karavanadan yedik. sağolsunlar ercan ve yılmaz bize tüm ihtiyaçlarımız konusunda sonuna kadar yardımcı oldular.

kalma yerini de hallettikten sonra tekrar merkeze dönüp ertesi günün hazırlıklarına başladık: önce at ayarlamalıydık. okuduğumuz raporlardan köyden bethlemi hut** dağevine kadar çantaları at ile taşıtmak için 250 Lari (yaklaşık 270 TL) istendiğini öğrenmiştik. (bizim 2007 tırmanışında çantalarımızı gönderdiğimiz ara kampa kadar ise şu anda 150 Lari istiyorlar.) bu yüklü bir miktar ama biz bu sefer dağevine bir günde ulaşmayı planlıyorduk ve çantaları at ile göndermeden bunu kolay kolay yapamayacağımızı da çok iyi biliyorduk. kurban’dan yardım istedik. kurban’ın kendi atı yok ve fiyatları da bilmiyormuş. 250 Lari’yi duyunca çok şaşırdı. “burada bir atın fiyatı zaten 500 Lari. atı satın al, giderken satarsın” dedi ama bununla kim uğraşabilir ki? bir arkadaşı ile görüşüp 200 Lari’ye bir at ayarladı bizim için.
diana'nın pansiyonu

ayarlamak istediğimiz ikinci konu ise yerel rehberdi. bunu tiflis’teki ‘exploregeogia’ firmasına sorduk, yalnızca rehberlik için 700 EURO istediler. herşey içinde bir organizasyonda ise fiyat, kişi başı 1.250 EURO’ya çıkıyordu. kazbegi köyündeki ‘mountain travel agency’ firması ise rehber için 400 EURO istedi. bu rakamlar bizim bütçemizin çok üzerinde olduğu için rehber ayarlamaktan vazgeçtik. mountain travel agency’deki bayan ‘eğer tırmanış deneyiminiz var ise rehber bu dağda çok gerekli değil’ dedi ama 2007 senesinde bir türlü yolu doğrultamamış, hatta platoyu dahi bulamamış olduğumuz için bu sefer rehberle çıkmak istiyorduk. bayan ‘yukarıda rehberlerimiz var. yanınıza başka gruplardan da insanlar bulun ve hep birlikte bir rehber tutun’ deyince aklımıza yattı. birinci denemede değilse bile ‘yolu bulamamış olmamız nedeniyle birinci denemede başarısız olursak ikinci denemede rehber tutarız’ diye planladık.

son olarak da dağevinde oda ayarlamak istiyorduk. ama ne yazık ki mountain travel agency’deki bayanın yardımı ile bile ayarlama yapmak mümkün olmadı. bayan dağevinde 50 oda olduğunu söylemesine karşın mecburen çadırımızı da alacak ve ne olacağını yukarıda görecektik.

mountain travel agency’de coleman yakıt tüpü de satılıyormuş. (2007 yılında bu firma yoktu.) ama bizim 25 Lari’ye aldığımız tüpü 35 Lari’ye satıyordu. ayrıca havaalanında 100 USD karşılığında 164 Lari almıştık. stepansminda'da ise 150 Lari veriyorlar. yine de biz mecburiyetten meydandaki “shrona’s hotel”de 100 USD bozdurduk ve pazarlıkla 155 Lari aldık.

geriye yalnız çantalarımızı toplamak kalmıştı. havanın gök gürültülü ve yağışlı olması nedeniyle diana’nın evinin elektrikleri kesikti. saat 21.00 gibi jeneratörü devreye soktular. biz de son olarak elektrikli aletleri şarja takıp 21.30 gibi uyuduk.

*kazbegi köyü’nün adını değiştirip stepansminda yapmışlar artık. gerçi “kazbegi” adı halen daha yaygın bir biçimde kullanılıyor. ama internette, resmî sitelere bakıyorsanız stepansminda adının kullanıldığını görüyorsunuz. bir de köydeyken farkettim ki kazbegi diye yalnızca ‘aşağı mahalle’ye diyorlar. yukarı mahalleye ise ‘gergeti’ diyorlar. dolayısıyla ikisini birden kapsayacak bir ada geçiş yapmak istemiş olabilirler.

**adı değişen bir diğer şey de meteora dağevi olmuş. artık, özellikle internette, meteora dağevi’nin adı ‘bethlemi hut’ olarak geçiyor. bu değişiklikte 2008 yılında gürcistan ile rusya arasında yaşanan ve silahlı çatışmalara dahi neden olan krizin etkisi olduğunu düşünüyorum. zira dağ evi, eski bir rus meteoroloji istasyonu ve meteora demek eski işlevine atıf yapıyor. artık eski işlevini unutturmak istediklerini düşünüyorum. yine de elbette herkes meteora deyince anlıyor.

9 Ağustos 2012 Perşembe

gürcistan - 1 / hazırlıklar


meltem’le 2012 yazında yeniden kazbek’i denemeye karar verdiğimizde daha 2011 bitmemişti. gerçi kazbek’i yeniden denemeye, ilk denemenin inişinde çoktan karar vermiştik. ama biz kesin bir tarih belirleyesiye kadar aradan 5 yıl geçip gitmişti bile.

kararı almamız çok kolay oldu: meltem ağrı dağı’na üç kez çıkmış, benim de bir kış çıkışım var. tırmanmayı istediğimiz diğer dağlar, pasaportla gidilecek yerlerde ama pasaportlarımızın süresi doldu. türklerin pasaportsuz olarak gidebildiği iki ülkeden KKTC’de hedeflediğimiz bir zirve yok. geriye elimizde bir gürcistan kaldı ve kazbek de hep aklımızın bir köşesinde duruyordu...

ilk kararı aldıktan sonra birkaç ay bu konu hakkında konuşmadık bile. ne konuşacaktık ki? ilk denemenin anıları, daha dün gibi aklımızda, yaptığımız hatalar gün gibi açıktaydı. sağda solda birlikte gitmeyi istediğimiz insanlara haber ettik. herkes çok istiyordu ama herkesin bir engeli vardı.

gidiş tarihi olarak, ilk denememizde “tırmanış için en uygun dönem” olduğunu öğrendiğimiz temmuz sonu/ağustos başı dönemini kafamızda belirlemiştik bile. uçak biletini ne kadar erken alırsak o kadar iyi olur diye düşünüyorduk ama ilk baktığımız dönemlerde gerek batum biletleri, gerekse tiflis biletleri çok pahalıydı. neyse ki şubat ayında pegasus’ta indirimli tiflis bileti yakaladık ve kişi başı gidiş- dönüş 229,-TL’den biletlerimizi aldık.
2007 ekibi bir arada

şubat sonunda spor salonuna yazıldık. sert geçen kışın etkilerini üzerimizden atmak için haftada en az üç gün yüzme hedefiyle yola çıktım. önceleri yarım saat yüzüyordum, sonra bunu bir saate kadar çıkardım. fırsat buldukça günlük antrenman süremi bir saatten iki saate çıkarıp bünyeyi kardiyo antrenmanları ile zorladım. haziran ortasından itibaren sabahları havuz ve akşamları da bisiklet ile dozu iyice arttırmıştım. yola çıkmadan beş gün öncesine kadar artan bir tempo ile kardiyo antrenmanlarımı sürdürdüm.

nisan ayından itibaren ayda en az bir kez dağa gitme hedefi koymuştum. ama şanssızlıklar daha hafif başlamaya zorladı. nisanda iki yürüyüş etkinliği yaptık. mayıs’ta da ancak kaynaklar kaya tırmanış şenliği’ne gidecek kadar zaman bulabildim. haziran ayında başarısız bir erciyes ve başarısız bir alaca denemesi yaptım. temmuz başında da kızılkaya’yı denedik, yine olmadı. buna rağmen temmuz başında yaptığımız bu tırmanış iki hafta sonra gideceğimiz kazbek tırmanışı için çok önemli bir antrenman oluşturdu. 2012’de hiç dağa gitmemiş olmasına karşın meltem’in dağdaki rahatlığı ve performansı, onca antrenman ve etkinlik yapmış olmama karşın benimkisine çok yakındı, sanki meltem dağda doğal ortamında gibiydi.
bakacak

uzun ve soğuk geçen kış boyunca yaklaşık altı kilo almış, yeniden yüz kiloya yaklaşmıştım. geçen sene meltem’le birlikte uyguladığımız diyetle tırmanışa iki hafta kala 88 kiloya düşme hedefi koydum. tırmanış öncesi bolca yiyip 90 kilo ile tırmanışa giderim diye düşünüyordum. elbette bu da pek tutmadı. ben nedense diyetle kilo veremiyorum. ne zaman yaptığım günlük sporun dozu artmaya başladı, o zaman kilo vermeye başladım. tırmanıştan önceki son haftaya kadar günde üç ana, iki ara öğün yemek yedim ve genellikle dengeli ama yağsız ve şekersiz beslenmeye çalıştım. tırmanıştan önceki son haftada ise karbonhidrat ağırlıklı olarak beslendim. iki öğlen makarna, iki öğlen de içinde yalnız kaşar bulunan kumpir yedim meselaJ gürcistan’a doğru yola çıktığımızda, kışın aldığım kiloları verip 92 kiloya düşmeyi zar zor başarabilmiştim.

malzeme olarak eksiğimiz ufak tefek şeylerdi, onları da gitmeden önceki son haftada tamamladık. kendi tırmanış ipimiz çok ağır olduğundan zirve dağcılık’tan hafif bir ip ve bir kazma ile bir gps aldık.

kafamı en çok kurcalayan şey ise tırmanış planlamasıydı. zaten önceki seferden farklı olarak bu sefer tırmanmak ve zirve yapmaktan başka birşey düşündüğüm yoktu. sürekli kafamda tırmanış planlaması yapıyor, sonra seçenekleri ve dağda karşılaşabileceğimiz olayları göz önünde bulundurarak farklı kurgular üzerinde çalışıyor ve değişiklikler yapıyordum. zirveye ulaşabilmek için iki deneme planlamıştım. “birincisinde bir aksilik olur da zirve yapamazsak dinlenip yeniden deneyelim” diye düşünüyordum. çünkü içten içe biliyordum ki, yine başarısız bir biçimde dönersem bir deneme daha olmayacaktı.
havaalanında çantalarla

beni en çok kaygılandıran ise buzul çatlaklarıydı. 2007 senesinde kazbek’i balayında, çiçeği burnunda evliyken denemiştik ve dikkatsiz bir anımızda meltem, göğüs hizasına kadar, üstü kapalı bir buzul çatlağına düşmüştü. ayakları boşlukta, kollarına kadar batmış bir halde çatlağın üzerinde sallanır durumda iken onu çekip çıkarmayı başardık ama hala kazbek’ten konuşurken, neredeyse ‘balayında dul kalıyor’ olduğum gerçeğini de acı bir tebessüm ile birbirimize hatırlatırız. ancak bu da bir deneyim idi ve her deneyim gibi bize bu tırmanışta yararı olacaktı.

gidiş günü gelip çattığında iki dağ çantası, iki sırt çantası ve bir hurç dolusu malzememiz vardı. bagaj hakkımız toplam 40 kg, uçak içi hakkımız ise toplam 16 kg. idi. neyse ki dağ malzemeleri hafif malzemeler, uçağın kargo bölümüne verilecek çantalar 41,5 kilo çekti. küçük bir değişiklik ile kargo için ekstra para ödemeden uçağa bindik.