18 Eylül 2008 Perşembe

tatlı su kayakçısının ilk denize çıkışı

bodeka'dan deniz kayağı eğitimi aldığımız gün uygulama seyrimiz çok kısa sürdüğünden hevesim kursağımda kalmıştı. bu nedenle eğitimden sonra, sabırsızlıkla bir sonraki hafta sonu için yapılacak duyuruyu beklemeye başladık meltem'le. duyuru yapıldığında ise ikimiz de hiç duraksamadan adımızı yazdırdık: keçilik koyu seyri yapılacaktı, hem de kamplı. kaymaklı ekmek kadayıfı anlayacağınız.

programa göre sabah sekizde paşabahçe'deki bodeka kayıkhanesinde buluşulacaktı. kamp malzemelerimizi toparlayıp erkenden yola düştük. kayıkhanenin yan tarafında demli çay ve poğaça ile kahvaltımızı yaptığımız sırada diğer katılımcılar da tamamlandı ve hazırlıklar başladı.

kayıkhane aslında denize yakın bir otoparkın bir bölümü. burada tüm yiyecekleri, kamp malzemelerini, giysi ve çadırları torbalayıp kayakların depolarına yerleştirdik. ardından da tüm kayakları teker teker denize taşıdık.

eğitim sırasında kayağa nasıl binilir ve inilir, nasıl kürek çekilir, denge nasıl sağlanır, neler yapılmamalıdır... vs. birçok konu öğretilmiş olmasına karşın eğitimin uygulaması sırasında kayağı devirdiğim için bu "tingildek" alete güvenmem o kadar da kolay olmadı. denize indiğimiz andan itibaren tüm dikkatimi devrilmemeye ve doğru kürek çekmeye vermeye çalıştım. bodeka kulüp başkanı şevket ağabey bana bu konuda çok yardımcı oldu. alete biraz biraz güvenmeye başlayana kadar güzelim boğaz manzarasını seyretmeye dahi cesaret edemedim. yalnızca doğru kürek çekmeye ve devrilmemeye çalıştım.

şevket ağabey ve çağlar boğazda güvenli ve rahat kürek çekebilmemiz için ellerinden geleni yaptılar. akıntının hızlanıp yavaşladığı yerleri gösterdiler; nerede dinlenip nerede hızlı kürek çekeceğimizi belirlediler, askeri bölgelere fazla yaklaşmayacağımız ama akıntının güçlü olduğu kısımlara da çok gitmeyeceğimiz bir rotadan seyrettik.






sonunda öğlen saatlerinde keçilik koyuna ulaşmayı başardık. çok sayıda küçük tekne koyun önünde demirlemişti. karadan ulaşılamayan bu koy bile istanbul’un kalabalığından nasibini almış durumdaydı. biz de kayakları karaya çekip biraz dinlendik.

keçilik koyu, anadolu kavağı'nı geçtikten bir sonraki ve poyrazköy’e gelmezden bir önceki koy oluyor. hemen hemen anadolu kavağı'ndaki yoros kalesi'nin alt tarafına denk geliyor. karadan yolu olmayan bu koyda, yaklaşık elli metre uzunluğunda ve en geniş yeri beş metre kadar olan çok dar bir kumsal var. arka taraf yoğun bir ormanın bulunduğu dik bir sırt, ön taraf boğaz. deniz hızlı bir biçimde derinleşiyor ve bu da genel olarak dalgalardan korunmuş bu koyu yüzmek ve tekne bağlamak için elverişli bir yer haline getiriyor.

koyun öğlen saatlerinde gölge olan yegane bölümünde yemeğimizi yedikten sonra biraz daha kürek çekebilmek için yönümüzü poyrazköy’e çevirmeye karar verdik. paşabahçe’den keçilik koyuna geldiğimiz sürenin yarısı kadar bir zamanda keçilik'ten poyrazköy’e vardık ve poyrazköy’e korunak olan dalgakırana girip kıyıya çıktık.






sahilde türk kahvesi içerek öğlen sıcağının geçmesini bekledikten sonra aynı yolu keçilik koyuna kadar geri döndük ve akşama yaklaştığımız saatlerde keçilik'e ulaştık.







geri döndüğümüzde, yorgunluklarını gerekçe gösterip bizimle poyrazköy'e gelmeyen meltem ve gülay çadırları hazırlamış bizi bekliyorlardı.

meltem ve ben dağcı alışkanlığıyla yiyecek fazla birşey getirmemiştik, yanımızda ancak açlık hissetmeyecek kadar birşey vardı. ama kayakla kamp yapmak başkaymış. yükler dağcılıktaki gibi sırtta taşınmadığından depo büyüklüğü kadar yiyeceği taşımak iş bile değil. deneyimli bodeka üyeleriyse bizim tersimize yanlarında filtre kahve dahil çeşit çeşit yiyecek getirmişlerdi.


koya gelen teknelerin demir aldığı saatlerde biz de çeşit çeşit yiyecek ve içecek eşliğinde güneşin batışını seyre koyulduk. bir süre sonra da koyda yalnız biz kalmıştık.

bütün gün kürek çekmiş olmamız ve sıcağın insanın enerjisini emiyor olması nedeniyle ayın doğduğu saatlerde 6 kişilik ekibimiz uykuya geçme hazırlığı yapmaya başlamıştı bile. o saate kadar da zamanı boğazdan geçen gemilerin ışıklarını ve yıldızları izleyerek, muhabbet ederek geçirdik.


erken yatıldığı için sabah da erken kalkıldı. kahvaltıyı yine hep birlikte yaptık. kahvaltı sırasında meltem'le konuşurken nişan yüzüğümü düşürdüğümü fark ettim. nişan yüzüğümü en son evvelsi gün kürek çekerken parmağımda görmüştüm. ondan sonra ne olduğunu ise hiç bilmiyordum. keçilik koyuna yorgun argın geldiğimizde eldiveni çıkartırken farkında olmadan yüzüğün de parmağımdan çıkmasına ve kumsala düşmesine neden olmuşum. ikimiz de bu duruma çok üzüldük. kahvaltı sonrası şevket ağabey, çağlar, gülay ve ayşen abla koyda devrilen kayağı düzeltme çalışması yaparken biz de meltem'le yüzüğümü aradık. tam umutlarımızı kaybetmeye başladığımız bir sırada meltem benim kumsala ilk çıktığım yere yakın bir yerde yarısına kadar kuma batmış halde duran yüzüğü fark etti de ikimiz de epey rahatladık.


bizim yüzüğü bulmamızın ve eğitimin de sona ermesinin ardından öğlen saatlerinde, akıntıyla birlikte kürek çekerek tekrar paşabahçe kayıkhaneye geri döndük. dönüş yolculuğunda hava son derece sıcaktı. yansımanın da etkisiyle bir hafta sonunda ne kadar yandığıma kendim bile çok şaşırdım.

ne yazık ki keçili koyu çok kirletilmiş. her tarafta kumsalda yakılan mangalların külleri, her tarafta bira kutuları, her tarafta denizin attığı pislikler, her tarafta gemilerden atılan çöpler... koy o kadar kirli ki neredeyse kampı kuracak yer bulamayacaktık. ayşen abla ve gülay, yanlarında getirdikleri çöp torbalarına kampın yakın yerlerinde bulunan çöpleri toparladılar ve oradan ayrıldığımız gün gezinti için gelen bir tekneye rica edip buraya ait olmayan şeylerin ait oldukları yere gitmelerini sağladılar. çabaları sayesinde en azından kumsalın bir kısmı temizlenmiş oldu. ancak yakın yerlerden buraya yolcu taşıyan teknelerin koyun temizlenmesi işini düzenli bir biçimde yapması gerektiği çok açık. çünkü gerçekten burası benim gördüğüm en kötü durumdaki kumsaldı. hafta sonu için buraya gelenlerin bu kirlilikten rahatsız olmamaları şaşırtıcı oldu benim için.

Hiç yorum yok: