30 Temmuz 2009 Perşembe

sessizliğin sesi gökova akyaka

yüksek lisans bittiğinde ben de bitmiştim aslında. bir hayli hırpalamıştım kendimi. vücudumdaki her bir hücre tatil için çıldırıyordu ama hanımın izin alabileceği tarihe kadar beklemek durumundaydım. onun tatili başlayana kadar üç hafta daha sabırla bekledim. sonrasında ver elini dinlence...

tatilimizi nasıl yapacağımız konusunda epey bir tartışma oldu aslında bu üç haftalık süreçte. fikirler havada uçuşuyordu. ama benim hanımın özel durumuyla uyumlu bir etkinlik yapmamız gerekiyordu ve tanıştığımızdan beri ilk defa baş başa ve yalnızca dinlenmek için tatile gidelim dedik. üç yıldır birbirimizi tanıyoruz ve iki yıldır evliyiz, hiç baş başa tatil yapmamışız. balayına bile arkadaşlarımızla gittik. (o nasıl balayı diye sormayın, sonra anlatırım.) atlas'ın yazarlarına bir söyleşi sırasında kendi tatillerinde ne yaptıklarını sormuşlar, "evde yatıyoruz" demiş hepsi. bizimkisi de biraz öyle oldu işte.

heyecanlı birşeyler yapmayacağımız kesinleşince, nerede yatacağımız sorusu gündeme geldi. hanım bodrum istedi ama ben cebren ve hile ile gökova konusunda onu ikna ettim. (çünkü bodrum benim için bir dinlenme yeri değil kesinlikle. bence bodrum istiklal caddesinin yazlık türevi.) sonra nasıl gideceğimiz netleşti. hanım onca yolu motorla gitmek istemeyince arabayı seçtik ve bir cuma akşamı düştük yola.

pendik'ten vapurla yalova'ya, oradan da balıkesir'e geçtik. cuma gecesi balıkesir'de büyükbabamın evinde kaldık. evlendiğimizden beri bayramlarda hep başka yerlerde olduğumuzdan onları çok ihmal etmiştik. cumartesi sabah yola çıktık. ivrindi'den sonra havran'dan önce 'köylü pazarı' diye bir yer var. orada yine durduk ve karadut suyu içtik. öğleden sonra ayvalık'taydık. denize girdik ve geceyi ayvalık'ta geçirdik. pazar dikili'ye hareket ettik. bademli koyu'nda denize girdik ve geceyi dikili'de geçirdik. hollanda'dan ablamlar gelmişti. onları görmeden geçmek olmazdı. pazartesi sabah ise tüm sorumluluklar bitmiş olarak, erkenden gerçek tatile doğru yola çıktık.

motosiklet kullanmaya başladığımdan beri araba kullanmak çok sıkıcı geliyor. zaten oldum olası hiç sevemedim araba kullanmayı. araba sürerken hep çevreyi sanki kafamda motosiklet kaskı varmış gibi algılıyordum. çocukken de babam arabayı kullanırken ben ellerim önde sanki motosiklet kullanıyormuşum gibi virajlarda yatarak yolculuk ederdim. aynı hayal dünyasına daldım yine yol boyunca. neredeyse ege sahilini bir baştan bir başa geçtik bir gün içinde. buralar benim çocukluğumdan beri yaşam alanım olduğundan her yerinde bir anım var, yolun en güzel yerlerini bilirim. teker teker hepsini paylaştım meltem'le.

sabah erkenden yola çıkmış olduğumuzdan öğleden sonra makul bir saatte vardık akyaka'ya. iskele mevkisi denen bir yerde bulunan club asuhan çobantur'da oda ayırtmıştık. bu tatilde yatarak zaman geçireceğimizden oteli iyi seçmeye özen gösterdik, konforlu olmalıydı mutlaka. "ekmek elden, su gölden" bu tatildeki düsturumuz oldu.

önce kaldığımız yerdeki kötü şeyleri sıralayayım: club asuhan çobantur'daki odamız biraz küçüktü. odadaki yatak da iki kişilik değildi, iki ayrı yatağın birleştirilmesinden oluşuyordu ve klima da tam yatağın üzerine vuruyordu. iskele mevkisi denen bölge akyaka'dan 1,5 km kadar ileride bir bölgenin adı. burada club asuhan dışında bir tane özel tatil sitesi var, bir de küçük bir iskele var. başka birşey yok. son olarak da deniz buz gibi. otelin kumsalının iki tarafından tatlı su kaynakları denize boşalıyor ve su çivi gibi. denize girdiğinizde bir yer sıcacık, bir yer buz gibi ise bilin ki yakında bir tatlı su kaynağı var. burada da su tam olarak böyleydi.

şimdi de güzel şeyleri sıralayayım: club asuhan çobantur dinlenmek için muhteşem. o kadar huzurlu ve sakin ki istanbul'un keşmekeşinden çıkınca insan dünya üzerinde bu kadar huzurlu yerler olduğuna inanamıyor. arka taraf yemyeşil orman, hava tertemiz. otel çok büyük olmadığından kalabalık da değil. bütün yemekler çok güzel ama özellikle kahvaltı harika. ne eksik var, ne fazla. ideal bir açık büfe kahvaltı. otel küçücük bir koyda denizle ve doğayla iç içe. otelin kumsalı ve güneşlenme iskelesine ulaşmak için toplam 100 metre yürümüyorsunuz. benim en çok sevdiğim yanı ise tüm çalışanların çok sıcak ve çok güleryüzlü olması.

ben genel olarak club asuhan çobantur'daki hizmetten memnun kaldım. ama yine akyaka'ya gitmek istesem akyaka'nın içindeki pansiyonlarda kalmayı tercih ederim. akyaka turizmi tamamen ev pansiyonculuğu üzerine kurulmuş. özgün akyaka evlerinde kalma şansınızın olması çok güzel bir fikir bence. akyaka'nın kendi kumsalı 'mavi bayraklı' olduğundan buradan denize girilebilir. ama akyaka'nın içinde kalınca da huzur kat sayısı düşmüş oluyor. bazı pansiyonların çevresi fazla hareketliydi. dedim ya biz huzur aramaya çıkmıştık.

akyaka'da bulunduğumuz sürede neler mi yaptık: nail çakırhan sokağında "gökova akyaka'yı sevenler derneği" adında bir yer var. burası aynı zamanda 1983 yılında nail çakırhan'a ağa han mimarlık ödülü'nü kazandıran ev ve koruma altında, halihazırda da kültür sanatevi olarak kullanılıyor. burayı gezmeyi çok istedik ama açık saatlerini bir türlü yakalayamadık. akşamları sahilde tai yemekleri yapan bir yer vardı. orada yemek yedik. ustası başarılıydı. öğlenleri ev yemekleri ve tandır ekmeği yapan bir yerde yemek yedik. (adını hatırlamıyorum ama mekan akyaka'nın içinde, görünce kalabalıktan anlarsınız.) ana yolun üst tarafında da "fatma ana'nın yeri"nde katmer ve gözleme yedik. yürüyüş yaptık. ve elbette azmak turuna katıldık, tekne turuna çıktık.

'azmak' benim yalnızca bu yörede duyduğum bir isim. pınar başı, kaynak gibi bir anlama geliyor. ama bu yörede daha çok dereleri anlatmak için kullanıyorlar. derelerin doğduğu yere de bu yüzden 'azmak başı' diyorlar. yörede 3 tane azmak var. ama tekne turu genellikle akyaka'ya en yakın olana yapılıyor. ben yıllar önce buraya sea kayak ile girmiştim. bu sefer hem ortada sea kayak görmediğimizden, hem de meltem'in kürek çekmesine izin olmadığından kayıkla yaptık turu. azmak'ın suyu buz gibi, ama çocuklar azmak'ın girişindeki köprüden buz gibi suya atlamayı bir eğlence haline getirmişlerdi. suyun berraklığı ve derenin altındaki yosunların güzelliğini anlatacak kelime çok zor bulunur. balıklar ve yosun ormanlarını seyrederek yapılan, 45 dakikalık, yavaş bir yolculuk azmak turu. kişi başı bizden 3 TL aldılar ve kayıkta toplam 4 kişi idik. kayığın kaptanı azmak başına kadar getirdi bizi, bir yandan da rehberlik yaptı. buraya sonradan getirilmiş tatlı su kaplumbağalarını göstermek için sazlıklara iyice yanaştı. eskiden barış manço'nun olan yazlığı gösterdi... bir akşam vakti akyaka'da yapılabilecek en güzel şey bu tur olsa gerek diye düşünüyorum.

akyaka'dan ayrılmadan önceki son gün de tekne turuna çıktık. akyaka tekneciler kooperatifi işi çok güzel düzenlemiş, tekneler arasında rekabet yok, sıra o gün kimdeyse o gidiyor. tekne turu tüm gün sürüyor. kişi başı 20 TL. öğlen yemeği veriyorlar. (misal biz köfte, tavuk ve makarna yedik öğleyin.) tekne turu beş ayrı koyda durdu. bunlardan bir iki tanesi yalnızca güzel koylardı. ama bir tanesi vardı ki çok ilginçti: sedir adası'nda antik bir tiyatro var ve bu nedenle girişi paralı. kişi başı 10 TL alıyorlar. (neyse ki tur tanıtımı yapanlar bu konuda sizi önceden uyarıyor.)

akyaka'ya ilk gelişimde hem akyaka ile hem de sea kayak ile tanışmıştım. bu sefer de kite surfçüler gördüm. bu da akyaka'nın bana bu gelişimdeki sürprizi oldu. kendim yapmadım ama sürekli esen rüzgarı ile burası kite surf, surf ya da yelken yapmaya gerçekten çok uygun. aklınızda olsun...

Hiç yorum yok: