13 Eylül 2010 Pazartesi

abant izzet baysal üniversitesi- 2

bugün bayramın ikinci günü ve biz yine erkenden kalktık. elif’i sabah uykusuna yatırdıktan sonra meltem’le bahçede oturduk ve bol bol güneşlendik, kurti'nin yetiştirdiği domateslerden atıştırdık. kurti, günlerdir yollarda olmanın verdiği yorgunluk nedeniyle neredeyse öğlene kadar uyudu. biz de elif uyurken bu kadar huzurlu bir yerde olmanın tadını çıkardık. kurti’nin sürdüğü yaşantı ile kendi yaşantımızı karşılaştırdık: akşam olduğunda hiçbir gün enerjimizin kalmıyor oluşunu, her zaman bir yerlere yetişmek ya da birşeyleri yetiştirmek zorunda oluşumuzu...

öğlene doğru kurti uyanınca ekmek bulmak için dışarı çıkıp kahvaltıyı hazırladık. hepimiz abant gölünü daha önce birçok sefer görmüş olduğumuzdan kahvaltıdan sonra yönümüzü gölcük’e çevirmeye karar verdik. gölcük'ün abant’tan daha güzel olduğunu duyardım, gerçekten de görsel olarak çok güzel bir göl. aynı abant gibi çepeçevre ormanlarla çevrili ama abant’a göre çok daha iyi korunuyor. çevresinde orman müdürlüğüne ait bir yapı dışında herhangi bir beton yapılaşma yok. bununla birlikte kimsenin bilmediği bir yer olma özelliğini çoktan yitirmiş. sanırsın bütün bolu bayramdan istifade gölcük’e gelmiş. arabayı park edecek yeri bile çok zor bulduk. gölün çevresinde yürüyüş parkuru oluşturulmuş (neyse ki abant’taki gibi göl çevresine araba yolu yapılmamış, yalnızca yaya yolu var).

ilk iş gölün çevresini turladık. abant’ın çevresini yürümek bir saat on beş dakika kadar sürer, burayı ise rahat bir tempo ile yarım saate dolandık. sonrasında da manzaranın keyfini sürebileceğimiz ve çay içebileceğimiz bir yere oturduk.

bolu ve mengen aşçılarıyla ünlü olmasına karşın ev sahibimiz ne bolu’da, ne de mengen’de yemek yenecek güzel bir yer olmamasından yakınarak bizi abant gölü'ne 5 km mesafede bulunan ve ızgara et yapılan “sabahattin’in yeri”ne götürdü. yemeğe giderken de bizi bolu’nun içinden geçirdi, bolu’nun görülecek yerlerini arabanın içinden gösterdi.

bolu çok küçük kalmış bir il, nüfus yüz binden biraz fazla. birkaç eski cami var, bir de osmanlılardan kalma bir valilik binası. müzeyi sorduk, kurti çok zayıf olduğunu söyledi. en çok ilgimi çeken ise amfi tiyatro oldu. amfi tiyatro apartmanların arasında kalmış, kurti söylemese eski bir merdiven bile sanabilirdim. ama bolu’nun çok eskilerde bile önemli bir yerleşim yeri olduğunun göstergesi kesinlikle. anladığım kadarıyla bolu’ya en büyük iyiliği izzet baysal yapmış. neredeyse ildeki bütün eğitim kurumları izzet baysal tarafından yaptırılmış, bu kadar bir nüfus için fazlasıyla büyük bir üniversite hastanesi var. kurti, ‘üniversite ve okullar açık olduğunda her iki kişiden birisi emin ol öğrencidir’ diyor ve bu izzet baysal sayesinde. devletin açığını tek başına kapatmış.

akşam yemeğinde sucuk ızgara yiyip ayran içtikten sonra (üç porsiyon sucuk, bir akçaabat köfte ve dört ayran 53 TL.) hemen elif’i uyutmak için eve döndük. belki yorgunluktan, belki de hava değişiminden elif bugün dışarıdayken epey mızıkladı. gelince meltem onu hemen uyuttu.

Hiç yorum yok: