10 Temmuz 2012 Salı

neye niyet, neye kısmet…

karasay zirveden kızılkaya
kazbek tırmanışı öncesi son dağ antrenmanı için yine adresimiz aladağlardı. (gerçi benim son dağ antrenmanımdı. meltem ile ışıl’ın ise ilk ve son dağ antremanlarıydı.)

çok ama çok uzun zamandır hafta sonu iki günlük etkinlikten daha uzun bir dağ etkinliği yapmamıştım. bu etkinliği 4 gün olarak planlamıştık ve bu benim önemsediğim bir değişiklikti. yine uzun zamandır birden çok zirve hedefiyle aladağlar’a gitmişliğim yoktu. ne de olsa hafta sonu dağcısıyız.

hedefimiz kızılkaya, karasay, eznevit (mümkün olursa emler) yapıp akşam pınarı’na geçmek ve alaca’yı tırmanmaktı. alaca tırmanışını iki hafta önceki şanssız etkinlikte elimden kaçırmış olduğum için istiyordum, ayrıca kamp yüküyle uzun yürüyüşler olacaktı ve bu da genel dayanıklılığım için iyi olacak diyordum. ama dağ bize başka bir program yapmıştı.

rahatsız ve uykusuz bir otobüs yolculuğu ile önce niğde’ye, sonra çukurbağ köyü’ne geldik. traktörcü mehmet şenol bizi yol çatısından aldı, evine götürdü. son hazırlıklarımızı yaptık ve traktör ile sokullu’ya hareket ettik. bir perşembe günü olduğundan etraf çok sakindi. çantalarımızı sırtlamadan önce sobek’in aşçısı veli ve orada bulunan gaziantepli dağcı arkadaşlar ile programlarımız üzerine konuştuk ve öğlen 12.00 sularında karayalak vadisi’ne hareket ettik. mehmet şenol, sağolsun, bizi anıt taşına kadar traktör ile yükseltti ve bu da bize 45 dakika kazandırdı.

hava kapalıydı ama kapının girişinde yediğimiz bir iki damla dışında yağış olmadı. tam tersine kapalı hava bize kamp yüküyle rahat bir yürüyüş olanağı sağladı. oysa yolda rast geldiğimiz üniversite öğrencilerinden kurulu üç kişilik ekibi püskürtmeyi başarmıştı. bizimle gelmeleri için epey dil döktük ama motivasyonları kırılmıştı bir kere…

kızılkaya'da yükseldiğimiz (büyük olasılıkla yanlış) kulvar
en son kızılkaya kış için geldiğimiz bu vadide, o tırmanışı anarak yükseldik. akşam saat 15.30 sularında dinlenme kayasına birkaç yüz metre kala turistik ekipler için hazırlanmış bir kamp yerinde kampı atma kararı aldık. meltem ve ışıl bir süredir dağda olmadıkları için çelikbuyduran’a kadar zorlanmamış oldular, ben de sırtlanmış olduğum ağır çantanın altında daha fazla ezilmemiş oldum. erciyes’te yaşadığım tükenmişlik durumuna dört günlük etkinliğin ilk gününde düşmek istemiyordum.

kamp yerimizde su yoktu. bu nedenle bir saatlik dinlenme üzerine tüm su taşınabilecek malzemeyi alıp çelikbuyduran’a doğru yükseldim. buradaki su kaynağını üç sene önceki emler tırmanışında kısa bir süreliğine görmüştüm ve o tırmanışta çok yorgun olduğumdan neye benzediği hatırımda kalmamıştı. iki hafta önce çok şanssız bir biçimde, tüm aramalarıma karşın akşam pınarı’ndaki suyu da bulamamış olduğum için biraz tedirgindim: “ya suyu bulamazsam?” yolda su sesi gelen her yeri eşeliyordum. ama geçide çıkmama çok az kala ‘çelikbuyduran çağlayanı’nı görünce endişemin yersiz olduğunu anladım. kaçırmama olanak yokmuş zaten. son derece sisli ve kapalı bir havada 15 kiloya yakın su ile kampa dönüp günü bitirdim.

gece hava serindi. meltem, hafif olmak için evdeki en ince uyku tulumuyla geldiğinden gece üşümüş ve pek uyumamıştı. bu yüzden yeterince dinlenemeden 06.10’da kızılkaya için yola koyulduk. ilk hedefimiz karasay-kızılkaya beline yükselmekti ki 07.45’te buraya ulaşmayı başarmıştık. ekip olarak yavaş ama tempolu bir yürüyüşümüz vardı. ama zaten sıkıntılı bölüm de buradan sonra başlıyordu. meltem daha önce kızılkaya’yı çıkmış olmasına karşın rotanın devamını hatırlamıyordu. istanbul’dan yücel’e telefon edip rota sorduk ve tarif ettiği gibi tırmanışın asıl bölümüne başladık: “önce 200-300 metre kadar yan geç sonra zirveye giden bir kulvar göreceksin, o kulvara gir ve yüksel.”

aynen böyle yaptık. önce yan geçtik, sonra kulvara girdik. kulvara girdiğimizde parmakkaya’ya benzeyen bir kaya göreceğimizi ve zirvenin de ucunu göreceğimizi söylemişti, aynen dediği gibi gördük. patikalar ve babalar da devam ediyordu, onları takip ettik. bütün prosedürlere aynen uyuyorduk. bazı bazı, çok inanılmaz yerlerde babalar ve ayak izleri görüyorduk ama bunların kış tırmanışları için olabileceğini düşünüyor ve bize en mantıklı gelen patikadan yükselmeyi sürdürüyorduk. kışın zorlukları farklı rotalar gerektirebilirdi.

ışıl çelikbuyduran çağlayanında...
sonunda parmakkaya’nın yanından geçtik. setli setli olan bölümleri de geçtik ve zirve sırtı olduğunu düşündüğümüz bele ulaştık. altimetre 3720 metreyi gösteriyordu. yücel’in söylemesine göre buradan yukarı doğru en yüksek noktaya devam edecektik ve orası zirveydi. ama bizim bulunduğumuz yerde iki tarafta iki yüksek nokta vardı?! yüzümüz karasay’a dönükken sağ tarafımızda olanın üzerinde bir baba vardı, ancak sol tarafımızdaki, üzerinde baba olandan daha yüksekti. bir anlam verememiştik. yüksek olan tarafa tırmandık ve yaklaşık 35 metre kadar doğumuzda kalmış olan zirveyi gördük!!! yanlış bir yere çıkmıştık. yücel’i yine cep telefonu ile aradık ve durumu anlattık, parmakkaya’nın sağından geçip zirveye gitmemiz gerekirken solundan geçip yanlış rotayı takip etmiştik ve ulaştığımız yerden zirveye geçiş yoktu. patikaları ve yücel’in talimatlarını aynen takip ettiğimi düşünüyordum, bir noktada yanılmışım. yanlışımızı düzeltmek için 400 metre kadar aşağı inip parmakkaya’nın altından yeniden tırmanmamız gerekiyordu. zira olası yan geçişlerin tümü boşluklu ve korkutucuydu. bulunduğumuz yerdeki babaların ve bizi buraya getiren patikaların ne için olduklarına bir türlü anlam veremiyorduk, ama yapacak da bir şey yoktu. zirve’de değildik.

irtifa kaybetmeden zirveye ulaşmak için yaptığımız yan geçiş denemelerinin verdiği korku, yorgunluk ve zirve ile neredeyse aynı yükseklikte ve çok az bir mesafede olmamıza karşın ulaşamamanın verdiği motivasyon kaybı ile aşağı inme kararı aldık. yalnızca meltem 400 metre indikten sonra yeniden denemek istiyordu (meltem’in bu seneki ilk tırmanışında bu kadar motive olması, aklimatizasyonunun bu kadar yerinde olması çok takdire şayandı). ama o kadar inip yeniden 3700 metreye yükselmek bana çok zor geliyordu. her şeye karşın yorgunluğun dikkatimizi dağıtacağını ve tehlikeli yerler geçmemiz gerektiğini göz önünde bulundurarak geri dönme kararı aldık. hepimiz oldukça üzgündük. 3700 metrenin üstüne çıkmış ama zirveye ulaşamamıştık.

karasay-kızılkaya beline döndük, biraz dinlendik. kendime ve ekibe bunun bir antrenman tırmanışı olduğunu ve önemli olanın zirve değil 3700 metreyi görmüş olmak olduğunu hatırlatıp duruyordum. ışıl, ulaşmış olduğumuz yerden tatminkardı. elbette zirvede olmayı tercih ederdi ama sıkı bir tırmanışı başarıyla yaptığımızı düşünüyordu. meltem ise daha önce çıkmış olduğu için çıkamamış olmayı önemsememişti.

bulunduğumuz yerden 20 dakikada karasay’a çıktık. amaç günü zirvesiz kapatmamaktı. karasay zirvede kaldığımız yaklaşık 40 dakika süre içinde herkesin yorgunluğu ağır basmaya başladı. öğlen güneşi altında kendimizi kızılkaya’da epey hırpalamış üstüne üstlük onca çabanın sonunda eli boş dönmüştük. karasay’dan sonra kimsenin eznevit’e devam etme hevesi kalmamıştı.

karasay’dan sonra yorgun argın kampımıza döndük. saat 15.30 olmuştu ve tamamen tükenmiştik, sıcak çadırlarda dinlenmeye çekildik. herkes düş kırıklığını birbirine yüklüyordu: ben meltem’in rotayı nasıl hatırlayamadığına anlam veremiyordum. meltem neden yeniden devam etmedik diye bana kızıyordu. ışıl ise çıkış boyunca onu dinlemeyip kendi bildiğimizi okumuş olmamızdan dem vuruyordu.

ekibimiz emler zirvesinde
günün yorgunluğu ile yarının planı olan karasay-kızılkaya belinden kampı aşırma planını yeniden değerlendirip artık yapmayı istemediğimize kanaat getirdik. meğersem bütün motivasyonumu kızılkaya’yı çıkacağım üzerine kurmuşum, çıkamayınca hiçbir şey yapasım kalmadı.

akşam yorgunluk açlığa baskın gelmişti, biz meltem ile yemek bile yemeden uyumaya karar verdik. zaten iştahımız hiç yoktu. ama ışıl düş kırıklığını farklı bir motivasyona çevirdi ve hepimiz için unutulmaz, kavurmalı bir makarna yaptı. çok iştahsız olmamıza karşın hepimizin büyük bir istekle yumulduğu kavurmalı makarna tüm gücümüzü tazeledi. yatarken ışıl ertesi günün planını sorunca tereddütsüz “emler’e gidiyoruz, sayende yeniden enerji ile doldum” yanıtını verdim, makarna olmasaydı emler’den bile çoktan vazgeçmiştim.

gece meltem ile uyku tulumlarını değiştik. bendeki görece kalın uyku tulumunu meltem’e verdim ve onun ince tulumunu ben aldım. ama şansıma hava ilk geceki kadar soğuk değildi. hepimiz yaklaşık 12 saat dinlendikten sonra kahvaltıya ve hazırlıklara başladık. kampı terk ettiğimizde saat çoktan 09.00 olmuştu.

önce çelikbuyduran’a çıktık ve çağlayanda tazelendik. esin handal oradaydı, bizim hemen ardımızdan kızılkaya’ya çıkmışlar. ‘oralarda karşılaşsaydık, belki birlikte yeniden tırmanmak için güç bulurduk’ diye düşünmeden edemedik. onlar da karasay ve eznevit’e çıkacaklardı. bir süre sohbetin ardından tırmanışa devam ettik. çelikbuyduran’da dipsiz göl’deki kamplarından gelen avusturyalı bisikletçiler vardı. biz zirveye giderken arkamızda olan bu grup bisikletlerini bir kenara bırakıp büyük bir süratle, bizden önce emler’in zirvesine ulaştı. hepimiz bisikletçilerin kondüsyonundan etkilenmiştik.

kamptan itibaren toplam 3,5 saatte emler zirveye çıktık. yalnızca, yürüyerek çıkılan zirveleri sevmeyen (buna karşılık kızılkaya, verçenik gibi kaya etapları olan zirvelere bayılan) meltem çok zor çıkmıştı zirveye (oysa ki kızılkaya denemesinde koşuyordu neredeyse)… zirvede uzunca bir süre dinlendik ve inişe geçtik.

itoturumunun rotasına bakmaya gidiyoruz...
kampa döndüğümüzde öğleden sonranın ilk saatleriydi. hava çok sıcaktı. sıcak çadırlarda dinlenmeye çalışıp boşa enerjimizi tüketeceğimize kampı toplayıp sokullu kamp yerine inişe geçmeyi tercih ettik. hızlı bir inişle akşam saatlerinde sokullu kamp yerine varmıştık. kamp yeri bıraktığımızdan çok farklıydı, çok kalabalıklaşmıştı. tırmanış için gelmiş gruplarla merhabalaşıp biz de kampımızı kurduk, yeniden.

akşam kamp yeri çok gürültülü olmasına karşın saat 20.30 sularında uyuduk. peck kulvarına girecek olan doruk dağcılık ekibinin kamp yerinden ayrılırken çıkardığı gürültüler nedeniyle uyuyamadığım saat 23.30 ve 00.00 arası dışında gece sorunsuz uyudum.

sabah 08.00 sularında uyandığımızda hala iştahsızdık. uyduruktan bir kahvaltı yapıp güneş kamp yerine gelmeden itoturumu’nun rotasına bakmak üzere yürüyüşe çıktık. iki buçuk saatlik bir keşif yürüyüşünün ardından rotanın fotoğraflarını çekip geri döndük. kampa döndüğümüzde sobek’in kıl çadırının altı tırmanışını yarım bırakmış ya da kampçı kalmış insanlar ile doluydu. sobek’in aşçısı veli’nin demlediği çay eşliğinde mehmet şenol’un getirdiği kirazları yedik ve tırmanıştan dönenleri karşıladık, muhabbet ettik. artık kampımızı toplama ve iniş vakti gelmişti bizim için. mehmet şenol’un evinde yediğimiz gözlemenin ardından iki buçuk aracı ile çukurbağ’dan ayrıldık.

öğleden sonrayı niğde öğretmenevi’nin bahçesinde anıl ve volkan ile okey oynayarak geçirdik; akşam yemeği için kebap patlattıktan sonra istanbul’a dönme vakti gelmişti.

Hiç yorum yok: