11 Eylül 2012 Salı

gürcistan – 6 / bethlemi hut – stepansminda – tbilisi - istanbul

iniş

sabah 05.30’da uyanmış olmamıza karşın 06.30’a kadar ikimiz de yataktan çıkamadık. dağ evine inmek iyi gelmiş gibiydi ama iştahım yerine gelmemişti. yine de ağzımıza kahvaltı niyetine zorla tıktığımız şeylerin midemizi bulandırmamasına seviniyorduk. köye indiğimizde tad alma duyumuzun geri döneceğini umarak hazırlıklarımızı tamamladık. artık gereksiz duruma düşmüş bir yığın yiyeceği ve tam dolu bir yakıt tüpünü dağ evinin mutfağında bıraktık. dağ evinin parasını ödedik ve 08.40 civarında inişe geçtik.

buzulu hızlı geçebilmek için yine ipe girmedik. başta krampon da bağlamamıştık ama indikçe eğimi artan buzulda meltem kendisini rahat hissetmediğinden buzulun üzerine çıktıktan bir süre sonra kramponları bağlamaya karar verdik, iyi de oldu. cam gibi buzu hızlıca ve sorunsuz bir biçimde geçip yeniden toprağa bastık.
buzul dili

2007 tırmanışının dönüşünde, en çok zorlandığımız bölüm dere geçişi olmuştu. dereyi geçmek için neredeyse iki buçuk saat debelenmiştik. dere boyunca yukarı çıkmış, aşağı inmiş bir türlü bir geçit bulamamıştık. suyun debisi sıcak güneşin etkisi ile çok hızlanmıştı, çamur içinde ve buz gibi akıyor içine girip geçmemize izin vermiyordu. külçe gibi ağır, dev sırt çantalarımız ile kayalardan zıplayarak da geçemiyorduk. en sonunda ben bir kayadan sıçrayıp suyun içine düşmek suretiyle karşıya geçmeyi başardım. emrah paçaları sıvayıp donmuş bir biçimde, zar zor suyun içinden geçti. meltem’in geçmesi için ise epey bir uğraşmamız gerekti. 2007 tırmanışı dönüşünde meltem, en sıkıntılı bölüm olarak hep dönüşteki dere geçişini anlattı. buraya gelirken de en çok dere geçişi nedeniyle endişeleniyordu. ama bu sefer işler yolundaydı. sabahın erken saatlerinde dereye ulaşmıştık ve tırmanışın başında dereyi geçerken kullandığımız yer diğer tarafa geçmek için yine uygundu. önce ben kendi çantamla karşıya geçtim. sonra dönüp meltem’in geçmesini sağladım ve en son da meltem’in çantasını sırtlanıp geçtim. bu sefer yaklaşık yarım saatte tüm yüklerle birlikte karşı tarafa geçmeyi başarmıştık. buradan sonrası basit bir yürüyüştü... ne yazık ki dereyi geçmeye çalışırken ayak baş parmaklarımın tırnaklarını vurmuştum ve çok canım yanıyordu.

10 dakika kadar dereyi göreceli olarak kolayca geçişimizi kutlamak için mola verip aşağı devam ettik. sık sık durup aşağıdan gelen dağcılar ile sohbet ediyor, deneyimlerimizi kısaca aktarıyorduk. inişte büyük bir tesadüf eseri, mimar sinan üniversitesi dağcılık kulübü’nün başkanı yılmaz’a da denk geldik. elbruz’da zirve yapmış ve burayı da iki günde tırmanmayı planlamıştı. iyi aklimatize olmuş olduğunu tahmin ettiğimizden burada da zirve yapacağından emindik. deneyimlerimizi kısaca ona da aktarıp 20 dakika kadar sohbet ettikten sonra başarılar dileyip ayrıldık.

ayaklarımın acısından ve yorgunluktan sık sık mola veriyor olmamıza karşın yine de 14.30 civarında kilisenin önündeki, kamp kurulan çayıra ulaşmayı başardık. 2007 tırmanışında kiliseden aşağı da yürümeye kalkmıştık. ama daha köye bile varmadan meltem ve ben bir araca otostop yapmak zorunda kaldık. bu sefer, geçen sefer gerçek bir işkenceye dönüşmüş bu bölümü yürüme niyetine hiç girmedik bile. 30 Lari ödedik ve aşağı jip ile indik. hatta jip bizi diana’nın ev pansiyonuna kadar bıraktı.

ne yazık ki diana’nın evinde yer yoktu. bizi arkadaşı nino’nun evine yönlendirdi. bu ev de aynı sokaktaydı ve köye de daha yakındı. üstüne üstlük de yine banyosu evin içerisindeydi ve aynı fiyata kalacaktık. ama bizim istediğimiz ne yıkanmak, ne de dinlenmekti. biz yemek yemek istiyorduk. yerleşecek yeri ayarladıktan sonra yeniden meydana döndük ve raporlarda kebap yapıldığını okuduğumuz ‘khevi’ restorana gittik. gerçekten yemekler arasında kebap vardı ama bizim kebaplara pek benzediğini söyleyemeyeceğim. görünüşü daha çok sucuğa benziyordu, ama tadı köfte gibiydi... iki natakhtari, bir haçapuri ve iki kebap için 26,50 Lari ödedik. etin üzerine konan sos ve ekmek için ekstra para alıyorlarmış, sorun etmedik. yeter ki yemek yiyebilelim ve yediğimiz şeyi midemizde tutabilelim. ne yazık ki ağzımın tadını ve tuzunu zirvede bir yerlerde unutmuştum. içtiğim şeyler büyük bir haz verirken yediklerim saman gibi geliyordu (bu durum çok uzunca bir süre böyle devam etti).

kurban’a uğradık ve para bozdurduk (kurban 100 USD için bize 160 Lari verdi. köyde genel olarak 100 USD için 150 Lari verildiğini düşünecek olursak oldukça iyi bir değiş tokuş olmuştu.) ercan’a indiğimizi haber verdik.

geç öğlen yemeği yüzünden ‘akşam yemek yiyemem’ diye düşünüyordum ama banyomuzu yapıp rahatladıktan sonra akşam yemeği de yedik. günü türk işçiler ile muhabbet ve çay ile kapattık.

ertesi sabah uyandığımızda çok açtım ve iyi uyuyamamıştım. artık tek istediğim evime, kızıma ve alışkanlıklarıma geri dönmekti. 09.55 gibi meydan’daki shrona’s hotel’de bir kahvaltı ettik. ama dağ sonrası açlığı ile çok yetersiz bir kahvaltıydı. (birer omlet, domates, peynir, ekmek, birer çay ve bir türk kahvesi için 28 Lari ödedik.) yemek dişimizin kovuğuna bile yetmemişti.

dağdan düşündüğümüzden çok daha erken inmiştik. üstüne üstlük de gelmeden önce dağa o kadar odaklanmıştık ki indikten sonra ne yapacağımızı dair hiçbir planımız yoktu. önce köyde biraz turladık, kazbegi dağcılık müzesine, stepansminda tarih müzesine, el sanatları galerisine gittik. sonra yine khevi’ye gidip ‘veal barbeque’ (mangalda pişmiş dana etini soğan ile servis ettikleri bir yemek) yedik.

öğleden sonra kaldığımız yerde tanıştığımız khato ve jim ile rus sınırı tarafına gittik. önce restore edilmekte olan çok eski bir kiliseyi kısaca gezdik. sonra, birbirine 40 dakikalık yürüyüş mesafesinde olan iki ayrı çağlayanı gezdik. akşamı bilgisayar başında geçirip erkenden yattık.

kazbegi köyünde mi kalsak, tiflis’e mi dönsek karar veremiyorduk. hiçbir planımız yoktu. kazbegi köyü’nde serin serin yatıp dinlenebilir ya da tiflis’te görmediğimiz birkaç yere gidebilirdik. işin doğrusu ikimizin de hiç gezme hevesi kalmamıştı. meltem serin ve ucuz kazbegi’de zaman geçirmek istiyordu. bense eve yakınlaşmak istiyordum ve tiflis bu konuda son duraktı. biletlerimizi erkene aldıramadığımızdan bir-iki gün de orada takılmak istiyordum.
kura nehri üzerindeki modern köprü

27 temmuz günü kahvaltıyı nino’nun pansiyonunda yapmaya karar verdik ve kişi başı ekstra 5 Lari karşılığında tıka basa, yiyebileceğimizden çok daha fazla donatılmış bir kahvaltı masasına oturduk. bir gün önce shrona’s hotel’de kahvaltı ederek ne büyük bir hata yaptığımızı bu masaya oturunca anladık. önümüze diğer bir sürü şeyin yanı sıra dağ gibi ev yapımı patates kızartması yığmışlardı ki sanıyorum başka hiçbir şeyi bu kadar keyifle yiyemezdik. kahvaltıdan sonra, nino’ya iki kişinin iki gece kalması ve bir sabah kahvaltı etmesi için 90 Lari ödeyip pansiyondan ayrıldık.

iyi olup olmadığını çok merak ettiğimiz yılmaz ile dolmuş durağında yine karşılaştık. zirveyi yapmıştı ve kara yoluyla istanbul’a dönmeyi planlıyordu. bizim dolmuş kalkmak üzereydi ve yer kalmamıştı. yılmaz’la köy meydanında vedalaşıp tiflis’e doğru yola düştük. kazbegi köyü’ndeyken tiflis’te ‘nest hostel’in özel odasını telefonla ayırtmıştık. didube otogarı’na gelince bir taksiye atlayıp hostele geçtik. ancak hostel yöneticileri özel odanın boşalmadığını söylediler. tanıdıkları hostelleri aramalarından da bir sonuç alamayınca mecbur yatakhanede kalmaya razı olduk. çünkü dağ gibi koca çantalarımızla bir yerden başka bir yere gitmemiz epey sorun oluyordu. ne meltem, ne de ben daha önce hiç hostelde kalmamıştık. hostelde kalma fikri okuduğumuz bir raporda üniversite öğrencisi arkadaşların kaldıkları hosteli önermesinden ortaya çıkmıştı. zaten de hostelin ortamı üniversite öğrencilerinin gerçekten çok sevebileceği bir ortammış. işinde gücünde, evli barklı insanlar olan bizler hostelin olağan sakinlerinin arasında ‘ucube’ gibi kaldık. bizi buraya getirdiği için meltem’e çok kızmıştım. askerden beri yatakhanede kalmadığım için hiç de güzel hatırlamadığım askerlik anılarım canlanmıştı. neyse ki hostel sakinleri asker yatakhanesi sakinlerinden ziyade gençlik dizisinden çıkmış gibilerdi.
teleferikten tiflis manzarası

hostelimiz şehrin merkezine çok yakındı. atının üzerinde ejderha ile savaşan ünlü st. georg anıtının bulunduğu tavisupleba meydanı’na yürüyerek beş dakikada varılabiliyordu. buradan da tiflis’in her yerine ulaşım mümkündü. yerleşme işlerini halleder halletmez yemek yemeye gittik. ilk yemeğimizi hostel’den tavisupleba meydanına giden yol üzerinde ‘black&white’ adında bir türk restoranında yedik. (iki çorba, bir adana, bir beyti, iki ayran için 25 Lari ödedik.) sonra biraz şehri dolaştık. ‘luca polare’ adında, muhteşem italyan dondurması yapan bir yer keşfettik ve sonraki günlerde burayı birkaç kez daha ziyaret ettik. ama genel olarak yorgun ve bıkkındık, birşey yapmaya hevesimiz yoktu. tek istediğimiz bir an önce türkiye’ye dönüp kızımıza kavuşmaktı. uçuş saatimiz gelesiye kadar saatleri saydık. biraz dolaştıktan sonra büyükçe bir karpuz alıp hostele geri döndük.
ulusal tarih müzesi'nden bir eser

28 temmuz gürcistan’daki son günümüzdü. meltem’le bugünü tiflis’i gezmeye ayırmıştık. hava oldukça sıcaktı. kazbegi’nin serin havasından sonra meltem bu durumdan oldukça rahatsızdı. sabah kahvaltısını rustaveli caddesindeki ‘entree’ adındaki fransız pastanesinde birçok yabancı turist ile birlikte yaptık. (2 kişilik ‘continental breakfast’ [serpme kahvaltı] için 40 Lari ödedik.) saat 10.00’da pastanenin tam karşısındaki ulusal tarih müzesine geçip 11.30’a kadar burayı gezdik. dört katlı bu yapıda türkiye’deki müzelerdeki zenginliği bulamamış ve çok şaşırmıştık. zira gürcistan tarihi de oldukça zengin bir tarih. ancak bunun gibi 7 müze daha varmış ve bunlar tiflis’in çeşitli yerlerine serpiştirilmişler. hepsini gezmediğimiz için büyük konuşmuş olmak istemem.

öğlen yemeğinde akşamdan kalan karpuzu yedikten sonra hostelde tanıştığımız kazım ile birlikte bit pazarına ve teleferiğe gittik. tiflis son 5 yılda çok değişmiş. kumar oynanan büyük oteller yapılmış ve yapılmaya devam ediliyordu. araçlar yenilenmiş, eski rus arabaları ortadan kaybolmuştu. her yanda AB fonlarıyla restore edilen eski yapılar vardı, birçok yerde restorasyonlar sürüyordu. başkanlık sarayının tam önünde, kura nehri’nin üzerine gösterişli bir köprü yapılmıştı. köprünün ayağında da park yapımı sürmekteydi.
sulfur hamamı

15.45’te 2007’den beri fazla değişmemiş olan barlar sokağına gelip yemek yedik. meltem ve ben şaşlik yedik. anladığım kadarıyla şaşlik bir pişirme yönteminin adı. çünkü tavuk, dana ve domuz etinden şaşlik yemeği yapabiliyorlar. yemekten sonra bir süre hostelde dinlendik ve hep birlikte tiflis’in ünlü sülfür hamamlarından birisine gittik. güneşten kavrulmuş suratlarımızdaki ölü deriyi kese ile atıp yeniden biraz olsun insana döndük ki sırf bunun için bile gidilirdi.

akşamın kalan bölümünde barlar sokağında zaman öldürdük. uçuş saatimiz geldiğinde hostelden çantalarımızı alıp kazım ile vedalaştık. çantaları uçağa teslim ettiğimiz anda, artık tırmanışımızı bitmiş saydım. artık evimize ve kızımıza dönüyorduk...

- SON -


plato'da yansımadan kavrulmuş suratımın hali
sülfür hamamında temizlendi neyse ki...

Hiç yorum yok: