19 Kasım 2008 Çarşamba

bir varmış, bir yokmuş: uludağ

uludağ, adı geçince beni gülümseten bir dağdır. en sevdiğim dağ diyemem ama özel ve ayrı bir konumu var uludağ’ın bizim için. hiç tırmanmamıştım, hatta denememiştim bile. ama özel işte, anladınız siz ne demek istediğimi. öyle sanıyorum ki bu yıl için planladığımız yüksek irtifa tırmanışında marmara bölgesi’nin bu en yüksek doruğu bizim için başka bir anlam daha kazanacak, antreman dağı da olacak.

bu ağrı dağı kış tırmanışının niyetine girmek çok kolay olmuştu da hazırlık süreci bir hayli eziyetli oluyor. yaşlanıyorum galiba. geçen pazar günü hacıllı- dikenli köylerinin arasında yürümüştük. üstüne hafta içi iki gün salonda terledik. bir de cuma günü iş için antakya’ya gidip dönünce kolumu kıpırdatacak halim kalmadı. ama hazırlıkları da sürdürmemiz gerekiyor. cumartesi tüm gün yatıp dinlendikten sonra pazar yine düştük yollara.

yükseğe uyum (aklimatizasyon) birçok tırmanış için son derece önemlidir. yüksek dağ tırmanışlarında uyum tırmanışları, tüm tırmanış süresinin büyük bir bölümünü kapsar, çoğu zaman. başarılı bir uyum programı zirve başarısını doğrudan etkiler. biz de kızılkaya’ya (3.767 m.) yapacağımız hazırlık tırmanışına hazırlanmak için uludağ’da (2.543 m.) bir uyum tırmanışı yapmaya karar verdik.

uyum tırmanışlarında yüksekte olmak ve o yükseklikte hareket halinde olmak önemlidir. bunu düşünerek uludağ’da kamp yapmayı planlamıştık. ama birlikte tırmanacağımız arkadaşlarımızın işleri nedeniyle günübirlik gitmeye karar verildi. kötü mü oldu? hayır. dinlenmiş olduk vesileyle.

pazar sabah altıda buluştuk. beş kişi ve beş çanta. ne mutlu ki ticari araçlar var, kutlu olsun sahipleri! arkadaşın ticari aracına çantaları geniş geniş yükledik ve yola düştük. önce eskihisar’dan topçular’a geçtik, sonra yalova- bursa yoluna çıktık. son olarak çekirge’ye ve saat on buçukta da oteller bölgesine vardık.

son hazırlıklarımızı yapıp yürüyüşe başlayacağız. ayakkabılarımı değiştirdim. çantamı elime aldım ki o ne? çanta baştan aşağı ıslak. hatta çantanın içindekiler bile nemlenmiş. bu kadar su nereden geliyor diye araştırırken bir de baktım ki benim evde doldurup çantama koyduğum su torbası tamamen boşalmış. torbanın musluğu çanta ile aracın zemini arasına sıkışmış ve içindeki bir buçuk litre suyun neredeyse tamamı aracın içine boşalmış. neyse ki aracın sahibi arkadaş hazırlıklıymış, çantaların altına branda sermişmiş. aracın içinde oluşan ‘gölete’ çok kızmadı.

sağlam bir zılgıt yemekten arkadaşın tedbirliliği sayesinde yırttım ama susuz kaldım. hava da sıcak mı sıcak. güneş gözlüğümü almayı da unutmuşum. yürüyüşün başlarında epey bir söylendim kendi kendime. yanımıza kar eritir, su yaparız diye ocak almıştık ama dağda hiç kar yoktu ki birader. neyle yapıyorsun? bir zamanlar doruğun yöresinde bulunduğu söylenen buzullardan bile eser kalmamıştı.

oteller bölgesi’nden yürümeye başladık ve görebildiğimiz en yüksek nokta olan keşiş tepeyi hedefledik. uludağ tırmanışları genellikle volfram madeninden başlıyor aslında. çünkü maden dağın doruğuna çok yakın, yaz- kış araçla ulaşılabiliyor ve patikalar sayesinde kaybolmadan gidip dönmek olanaklı. ama bizim amacımız yükseğe uyum sağlamak olduğundan otellerden yürümeye başlamak bizim için daha elverişli. böylece daha uzun tırmanacağız.

1.860 metre yükseklikteki otellerden başlayan tırmanışımızda önce fatin tepe’ye, oradan da keşiş tepe’ye ulaştık. oldukça hızlı tırmandık. daha saat bir bile olmadan üzerinde küçük bir yapı bulunan keşiş tepeye varmıştık. yaklaşık 2.500 m. yüksekliğindeki keşiş tepeden zirveye uzanan yolda fazla yükselti yok. genel görünümü yaylaya benziyor, düz bir arazi. bir sırt hattını izleyerek zirveye kadar gideceğiz, hepsi bu. ama günübirlik bir etkinlik düşündüğümüzden en geç saat ikide dönüşe geçme kararı almıştık. saat ikiye kadar sürekli tırmanacak, ama saat iki olduğunda zirveye ulaşamamış bile olsak dönecektik. öyle de yaptık. 3 saat boyunca hiç mola vermeden, sürekli tırmandık. saat bir buçuk olduğunda zirveye varamayacağımız belli olmuştu. biz de tırmanışı sonlandırıp yarım saat yemek molası verdik ve bulunduğumuz yerden manzarayı izledik.

güneyli bulutlar aşıtları örtmeye başladığında geri dönüşe geçtik. inişi volfram madeninin oradan yapmaya ve rotayı bu taraftan da öğrenmeye karar verdik. gördük ki eğer maden bölgesine kadar arabayla gelseymişiz ve buradan yürümeye başlasaymışız zirveye kesinlikle ulaşabilecekmişiz.

saat beş sularında dönüşe geçtik. bursa çıkışında bir kilo köfteyi hep birlikte mideye indirip bolca sıvı tükettik. ben beş ya da altı bardak su ve bir ayran içtim. ayrıca yolda aldığımız mandalinalardan da hiç değilse on tane filan yemişimdir. buna karşın susuzluğum ertesi gün öğlene kadar sürdü, dinmek bilmedi...

yüksekliğe uyum amacıyla yaptığımız tırmanış boyunca oldukça iyiydik. belli bir tempo ile sürekli tırmandık. salonda döktüğümüz terlerin karşılığını alıyoruz. ama şu anda çok yorgunum, bu yazıyı bitirmek için sabırsızlanıyorum... hazırlık tırmanışına hazırlanırken kendimi tükettim. asıl tırmanışta ne yapacağımı çok merak ediyorum.
o kadar hızlı bir etkinlik oldu ki şimdi bana masal gibi, düş gibi geliyor. bir varmış, bir yokmuş.
(yine yanımda fotoğraf makinesi yoktu. resimler bizimle aynı anda uludağ'da latif osman çıkıgil anısına tırmanış yapan bir grubun gönderdiği resimlerden seçilmiştir.)

Hiç yorum yok: