17 Kasım 2008 Pazartesi

louvre sarayı’nda güzel sanatlar körlüğü

dağcılık yapanlar bilirler, dağlarda en sinsi tehlikelerden birisi 'kar körlüğü'dür. çevredeki karlar ve ince hava yüzünden dağlarda ışıma o kadar yüksektir ki gözlerinizi korumuyorsanız göz retinası hasar görür, ışıktan kör olursunuz. neyse ki iyi bir tedavi ile kısa bir zamanda gözler düzelir.

louvre sarayı'nda da insanın 'güzel sanatlar körü' olması işten bile değildir. sarayın kendi görkemini bir kenara koyuyorum, dünyanın en görülesi eserleri de buraya toplanmıştır. kendinizi korumazsanız retinanız bunca güzellikten hasar görecek, aklınız almayacaktır. kar körlüğünden korunmanın yolu iyi bir güneş gözlüğü takmaktır. güzel sanatlar körlüğünün çaresi ise louvre sarayı'na birden çok gün ayırmaktır.

paris'e ayırdığımız son günün sabahında erkenden kalkıp sarayın girişindeki kuyrukta yerimizi aldık. müze tüm önemli yapılar gibi seine nehri'nin kıyısında. müzeye, sarayın avlusundaki cam piramidin (caroussel du louvre) altından giriliyor. neyse ki yeterince bilet satış noktası var, çok sıra beklemeden içeri girilebiliyor. (konumuzun tamamen dışında ama neden camdan bir piramide 'louvre dönme dolabı' adını koymuşlar acaba? insan merak ediyor.)

paris'in tanınmış yerlerinde pek çok türkçe konuşan kişi görmüştük. ama louvre müzesi'nde sanırsınız türkiye'desiniz. herkes türkçe konuşuyor, arada yabancı dilde konuşanlar var. öyle birşey... akıllara zarar. sanıyorum türkiye'den gelen paket turlar hep buradan başlıyor.

görsel olarak dolmabahçe sarayı ile louvre sarayı arasında büyük bir benzerlik var ama dolmabahçe sarayı louvre sarayı'nın yanında miniaturk'teki maketler gibi kalıyor. louvre sarayı uzun bir süreçte, birbirine eklenen binaların bir bütün oluşturmasıyla son biçimini almış. versaille sarayı yapılınca kraliyet ailesi oraya yerleşmiş ve louvre sarayını da sahip oldukları sanat eserleri için bir müze yapmaya karar vermişler. fransız devrimi sonrası eserler halka sergilenmeye de başlanmış. zaman içinde müze geliştirilmiş ve yenilenmiş.

louvre sarayı'nı gezmek başlı başına bir çaba gerektiriyor. da vinci şifresi'nin yazarı dan brown, kitabında louvre müzesi için "dev bir at nalı biçiminde planlanmış, avrupa'nın enine doğru en uzun binasıdır. yere yatırılıp arka arkaya eklenmiş 3 eiffel kulesinden bile uzundur" demiş. müzenin değişik bölümleri değişik zamanlarda kapatılabiliyormuş. tıpkı "cube" filmindeki gibi bu da geçitlerin yer değiştirmesine ve yolların karışmasına neden oluyormuş. korkunç. bu nedenle içerideki katlar ve koridorlarda kaybolmadan önemli eserleri gezebilmek için kapıda verilen tanıtım kitapçıklarından mutlaka almak gerekiyor. içerisinde kaç eser bulunduğuna ilişkin çeşitli rakamlar bulunuyor, otuz üç bin diyen de gördüm otuz beş bin diyen de. anlayacağınız o kadar çok eser var ki sayısını tam olarak bilmiyorlar. ancak müzenin halka açık bölümlerinde günde yedi- sekiz bin eser sergileniyormuş. içerideki her eserin başında bir dakika geçirdiğinizi varsayalım ve diyelim ki o gün yedi bin eser görülebiliyor, bu yedi bin dakika demektir. yedi bini altmışa bölersek müzenin yüz on altı buçuk saat kadar bir zamanda ancak gezilebileceği ortaya çıkar. müze günde on saat açık kalıyor ve salı günleri kapalı. o halde yaklaşık iki haftada müzeyi ancak gezip bitirebilirsiniz. buna can mı dayanır? bu yüzden herkes buradaki en tanınmış eserler olan mona lisa, milo venüsü, kayalıklar bakiresi gibi eserlerin önünde bir dakika kadar kalıp diğerlerine göz ucuyla bakıyor. bu biçimde bile bir günde gezmek neredeyse olanaksız.

italyan eserleri, fransız eserleri, islam eserleri, okyanusya, mısır, antik yunan eserleri gibi salonlarda, büyüklü küçüklü bir çok heykel ve resim var. mona lisa ve isa'nın son akşam yemeği tablolarının önünde iğne atsan yere düşmez bir kalabalık olmasına karşın bazı salonlarda kimseyi görememeniz şaşırtıcı. insanlar louvre müzesi'ne "mona lisa'yı gördüm." demeye geliyorlar sanırım. leonardo da vinci tarafından yapılan bu tablo müzede yer alan bir çok dev boyutlu tablonun yanında epey küçük kalıyor. bizim evlerimizde aile büyüklerinin resimlerini içine koyup duvara astığımız çerçeveler kadar birşey mona lisa'nın boyutu. önünde de cam bir koruma var ve bir görevli sürekli başında duruyor. tabloya gösterilen ilgi tablonun kendisinden daha ilginç geldi bana. magazincilerin popüler bir yıldıza gösterdikleri ilgi gibiydi, ya da bir film galası...

paris'te bizim gezdiğimiz müzelerin tümünde kamera ve fotoğraf çekimi yapmak serbestti. louvre müzesi'nde de çekimler yaptık. ancak bir çok müzede çekim yapmak eserlere zarar verdiği için yasaklanmış durumda. hele de flaş patlatmak olanaksız. bu çekim yapma izni sergilenen eserlerin birer kopya olup olmadığı düşüncesini uyandırıyor insanda. müze içinde bir kısım sanat okulu öğrencisi ve çalışan tabloların önünde sürekli kopyalarını yapıyorlar. acaba tabloları sürekli kopyalayıp bunları asıyor olabilirler mi? neden olmasın. anlayamıyorsun ki.

eiffel kulesi ile birlikte paris'in en kalabalık yerlerinden birisi olan louvre sarayını öğleden sonra saatlerinde karnımız iyiden iyiye acıktığı için terk ettik. bu kalabalık ve güzel sanatlar körlüğü bizi iyiden iyiye yormuştu. biraz kendimize uygun birşeyler yapma isteğiyle 'lüksemburg bahçesi'ne yöneldik. lüksemburg bahçesi 1612 yılında Medici ailesinden Marie de' Medici tarafından sarayın protokolünden kaçmak için yaptırtılmış. louvre sarayından kaçmak istendiğinde burası çok uygun bir yer gerçekten. paris'in sonbaharını, içinde spor sahaları, heykeller ve havuzlar bulunan; insanların sandalyelerde ve otların üzerinde oturduğu bu tanınmış ve son derece güzel bahçede geçirdikten sonra akşam saatlerinde gare du nord'a geçtik. amsterdam'a geri dönüyoruz.

(louvre müzesi'ne ilişkin daha çok fotoğraf için http://picasaweb.google.com/ozgurkayacik/Louvre#)

(lüksemburg bahçesi'ne ilişkin daha çok fotoğraf için http://picasaweb.google.com/ozgurkayacik/LKsemburgBahEleri#)

Hiç yorum yok: