5 Haziran 2012 Salı

erciyes'in güneyi

temmuz sonunda kazbek'e gitme planı yaptık. bu yüzden düzenli dağa gitmeye çalışıyorum. zirve'nin erciyes'e gideceğini duyunca antrenman için çok uygun olduğuna karar verip niyetine girdim.

gitmeden iki gün önce yani perşembe sabah gideceğim kesinleşti. perşembe öğlen burnum akmaya ve boğazım ağrımaya başladı. akşamında ise öksürük ve ateş başladı. gidip gitmeme konusuna cuma karar vereyim dedim, cuma uyandığımda durumum aynı idi. güçten düşmemiştim ama hastalıkta da bir gelişme yoktu. cuma akşamında hala kararsızdım ama partnerim hale'yi yalnız bırakmak istemediğimden ve plan bozmaktan nefret ettiğimden gitmeye karar verdim.

cumartesi öğlene doğru tekir yaylası'na varmıştık. erciyes'i güneyinden en son 2000 senesinde çıkmıştım. yeni yapılan birkaç çirkin yapı, yeni eklenen bir iki teleferik hattı ve 3 katlı, iki minareli dev bir cami dışında hiç değişmemişti. zirve dağcılık ekibi, teleferik ile yukarı çıkıp şeytan kulvarını kullanarak zirveye gitme planı yapıyordu. biz ise antrenman için geldiğimizden teleferik ile çıkmadık, tıpkı 2000 senesinde yapmış olduğum gibi teleferik hattını yürüyüp sırt hattının başına kamp atacak oradan da sırt hattını takip ederek zirveye ulaşacaktık. oldukça uzun ama son derece güvenli ve rahat bir tırmanış normalde ama aradan geçen 12 senede bende değişen çok şey var...

çantalarımızı sırtlandığımızda saat 12.00 idi. teleferik hattının birinci etabını (öksürerek de olsa) kolay yürüdüm. ne gecenin yorgunluğu, ne de hastalık çok etkilememişti, yalnızca hızım biraz kesilmişti. burada biraz mola verip ikinci etabı da yürüdük. 2740 metre olarak gösterilen yere ulaştığımızda hala durumum iyiydi. buradaki kamp yerinden asıl kamp atmayı düşündüğüm yer görünüyordu, en çok bir saatte oraya varacaktık. aldığımız alacağımız irtifa da 100 metre kadardı ama hayatımın en zor yürüyüşlerinden birisi oldu.

son bölümde o kadar zorlandım ki kamp yerine neredeyse sürünerek vardım. sürekli olarak 2700 metreye bu kadar kolay gelmişken 2800 metreye neden bu kadar zor ulaştığımı kendime sorup duruyordum (hala da anlayamıyorum).

kamp yeri olarak hazırlanmış yerler eriyen kar sularının altında kalmış, göle dönmüştü. ya kar üzerinde kamp atacak, ya da kendimize bir kamp yeri hazırlayacaktık. bu bir antrenman tırmanışı olduğundan kamp yeri hazırlamayı tercih ettik, sonraki 1,5 saat boyunca taş temizledik, taş taşıdık ve küçücük bir çadır yeri açabildik sonunda. bu kadar nefes nefese kalmış olmamıza ikimiz de çok hayret ediyorduk.


çadırı kurup girdiğimizde ikimiz de tükenmiştik. saat 18.00'di. yemek yiyecek mecalimiz kalmamıştı. hemen yarım saat uyuduk. sonra biraz atıştırdık, sıcak su yaptık ve yine uyuduk. gece kimi zaman konuşarak, kimi zaman uyuyarak, kimi zaman uykusuz geçti. 12 saat kadar yatar pozisyonda kaldık, sabah olduğunda anca dinlenmiştik ama kendimizi daha tam toparlayamamıştık. bu halde devam etmek, zirve yapmak ve araca yetişmek hayaldi. ama hava güzeldi, çadırın önünde nerede hata yaptığımızı konuşarak kahvaltı ettik. hala epey iştahsızdık ama zorla birşeyler atıştırdık.

ikimiz de teleferik hattının sonunda kamp atmış olsaydık, en azından zirveyi deneyecek gücümüzün kalmış olacağında hemfikirdik. oysa 2000 senesinde (yani 23 yaşındayken) bu planı ne kolay uyguladımdı...

kahvaltıdan sonra inişe geçtik. şeytan'dan giden zirve ekibini görebiliyorduk. zirve hırsım yoktur gerçi ve zirve yapmayı da hedeflememiştim ama zirveyi yapabileceğimden de çok emindim...

pazartesi günü doktora gittim. bana hemen iki gün rapor ve bir yığın ilaç yazdı. kendimi tamamen tüketmişim... iki gün neredeyse hiç yerimden kalkamadım, sonrasında bile işe sürünerek gittim. hafta sonu da dinlenmiş olmama karşın hala tam olarak gücümü toplayabilmiş değilim. oysa eskiden böyle miydi? dağa gittiğimde iyileşir dönerdim...

Hiç yorum yok: