10 Ekim 2008 Cuma

bir tatlı su bisikletçisinin ‘bisiklet şehri’ amsterdam şaşkınlığı

bazı şehirler bazı taşıtlarla ilgili çağrışımlara neden olabiliyor. örneğin "istanbul'da arabasız yaşanmaz, dostum. motosiklet mi? deli misin sen? bu şehirde bu kadar kötü sürücü varken motosiklet mi kullanılır? aklını peynir ekmekle mi yedin? araba diyorum, araba. boş ver motoru..." işte bunun gibi amsterdam deyince de ilk akla gelen bisikletler oluyor.

amsterdam'da araba kullanılmıyor mu? kullanılıyor. tramvay ya da tren yok mu? var. ama şehir tam bir bisiklet şehri. bir kere bisiklet şehri olması tanrının emri. konya, herkesin bildiği üzere, bisikleti ulaşım aracı olarak kullanan vatandaşlarımızın en yoğun yaşadığı türk şehridir. çünkü bu allah'ın emridir. eski insanlar şehirlerini hep yüksek yerlere kurarken konya'yı kuranlar, artık ne düşündülerse, bir ovayı seçmiş. konya'da ufka kadar doğal tek bir çıkıntı göremezsiniz. doğal engeller olmadığı için bisiklete binenler rampa kaygısı olmadan şehri bir baştan bir başa rahatlıkla katedebilmektedir. işte genelde hollanda özelde de amsterdam aynen böyle. tüm ülkenin en yüksek noktası vaalserberg tepesi, o da yalnızca 327 metre. görseniz tepe demezsiniz yani öyle birşey.

amsterdam, amstel nehrinin denize döküldüğü yere kurulmuş. bildiğimiz 'delta' yani amsterdam'ın bulunduğu yer. göz alabildiğine düzlük ve birçok kanal. işte bu şehri bisiklet şehri yapan en önemli özellik belki de bu: şehirde köprülerin yaptığı bombeler dışında hiç yükselti yok.

ama bu tanrı vergisi özelliği amsterdam belediyesi akıllıca geliştirmeyi bilmiş. bir kere tüm amsterdam'da –otoyollar hariç- neredeyse tüm yollarda bisiklet yolları araba yollarından bile geniş. hatta bazı yerlerde gidiş-geliş bisiklet yolları bile gördük. genellikle farklı renkte olan bu bisiklet yolları, yayalara ayrılmış yolların kenarlarında bile var ve yollarda kullanılan malzeme araba yollarındaki malzemeden daha kaliteli. bisiklet tekerleklerinin kaymaması için özel bir bileşim kullanılmış.

ikinci önemli konu adımınızı attığınız her yerde bisiklet bırakacak düzgün yerler yapılmış olması. bununla ilgili bir belediye düzenlemesi var mı, yoksa tamamen ihtiyaçtan mı bu biçimde bilmiyorum ama her yerde mutlaka bisiklet kilitleyecek birşeyler var. hatta tren istasyonunun yan tarafında (ki tren istasyonu amsterdam şehrinin tüm ulaşımının kalbi anlamına geliyor. tren, tramvay, otobüs hep buradan kalkıyor) binlerce bisikletin bağlanabileceği, üç katlı bir yer bile vardı. aynı izmir konak'taki katlı otopark gibi.

bize oldukça ilginç gelen bir başka konu ise otobüs, tren, tramvay gibi toplu taşıma araçlarında özel bisiklet yerleri bulunmasıydı. bizim otobüslerde, dikkat ettiniz mi bilmiyorum, bebek arabası yeri vardır. otobüsün o bölümünde koltuk bulunmaz. işte amsterdam'daki toplu taşıma araçlarında da bunun gibi bisiklet bırakma yeri var. bisikletin dengede durmasını sağlayan bir düzeneğe ön lastiği takıp yerinize öyle geçiyorsunuz. toplu taşıma araçları bizimkiler gibi sıkış tepiş olmadığı için kimse de bu durumdan şikayetçi değil. tramvaylarda falan da böyle. bizde adalar vapuruna bile bisiklet sokmakta zorlanıyorsun, eğer sokabilirsen yere bırakmak zorundasın. kilitleyecek bir yer bile olmuyor.

bir de bisikletlere özgü trafik düzenlemeleri var. bisiklet yolları ile kara yollarının kesiştiği yerlerde bisikletler için kırmızı ve yeşil ışıklar var. (bisikletçilerin bu işaretlere uymaması halinde de 'bisikletli' polisler, batman gibi üzerinize çullanıp 60 avro cezayı yapıştırıyormuş.)
basınca yayalara yeşil, arabalara kırmızı ışık yanmasını sağlayan düğmeler, bisikletçilerin erişebileceği yerlere bisikletçiler için de ayrıca konulmuş. yayaların bile bisiklet yollarına girmesine izin yok. hatta bir ara, türkiye'de yayalara karayollarında tanınan sözde geçiş önceliğinin, amsterdam'da da 'sözde' kaldığını çünkü geçiş önceliğinin her zaman bisikletlerde olduğunu bile düşündüm. araba eğitimlerinde sürücülere dönüşlerde, yalnız aynadan değil kafayı çevirerek de bisikletleri kontrol etmeleri öğretiliyormuş.

elbette bir bisiklet şehrinde yaşamanın bisikletçiler için önemli zorlukları da var. örneğin bisikletler ya da bisiklet parçaları sürekli çalınıyormuş. bir de yeni bisikletler korkunç pahalı. ama anlatılamaz bir biçimde pahalı. örneğin bir tatlı su bisikletçisi olarak ben, tanınmış bir amerikan markasının yeni başlayanlara önerdiği bir dağ bisikletini kullanıyorum. 2007 yılı nisan ayında, indirimden, 350 USD kadar bir bedel ödeyerek almıştım. hollanda'nın bisiklet konusunda en başarılı markası "gazelle" imiş, bu markanın bisikletlerinin fiyatları 1.000 EU'dan başlıyordu. bu fiyata alabileceğiniz bisikletleri de bir görseniz inanamazsınız: teknolojisi eski, tasarımı bir tuhaf, frenler tambur, yalnızca 3 vitesi var... anlayacağınız türk piyasasında hangi fiyatı isterseniz isteyin satmaya olanak yok. ikinci el piyasası oldukça hareketli olduğundan bütçenize göre bisiklet bulmak büyük bir sorun olmuyormuş. ama bisikletlerin ikinci ele düşebilmeleri için birilerinin sıfır alması gerekecek. vay o insancıkların haline...

Hiç yorum yok: