13 Ekim 2008 Pazartesi

bir tatlı su gezgininin leiden karnavalı sonrası düşündükleri

insanın yaşamının bir bölümünde değil, tüm ömrü boyunca, hiç duraksamadan "dostum! kardeşim!" diyebildiği, sonsuza kadar güvenebileceğini bildiği bir kişi karşısına ancak çok şanslıysa çıkıyor. insan keşke daha çok olsa onlardan diye dilemeden edemiyor. işte bu ender dostlarımdan birisi şu anda hollanda'da doktora tezini yazıyor.

uzun zamandır görüşemiyorduk. onu hollanda'da göreceğim için sevinçliydim, ama toplantıları yoğun. yoğun programında bir boşluk bulunca bizi aradı:

- leiden'de buluşalım. (layden diye okuyorlarmış)

- nasıl yani? başka bir şehirde mi buluşacağız? zaten kısa bir süre için buradayım, bir de bütün günü yolda mı geçirttireceksin bana, daha görmek istediğim müzeler var.

-sen burayı türkiye ile karıştırdın herhalde. amsterdam'dan trene binince 20 dakika sonra leiden'desin.

- ?!?!?!

çift katlı trene bindik. gidiş dönüş kişi başı yirmi yedi avro. yirmi dakika sonra leiden'de bir indik ki o ne? korkunç kalabalık. amsterdam'ın en turistik ve kalabalık yeri olan 'dam meydanı'ndan bile çok daha kalabalık, iğne atsan yere düşmez. bir cuma gününde, bu küçük şehirde, bu kadar insanın neden toplandığını düşünürken şehre karnaval geldiğini anladık. her yanda sokak satıcıları, her yanda açık hava konserleri, her yanda lunapark oyuncakları ve bolca yiyecek, içecek... büyük bir şaşkınlıkla biz de kalabalığa daldık. bulunmaz bir fırsat bu bizim için.

ortalık uluslararası izmir fuarının görkemli günlerini hatırlatıyordu. özellikle müzik gruplarının çaldığı sahnelerin önünde büyük kalabalıklar toplanmış, ellerde yiyecek ve içeceklerle karnavalın tadını çıkarıyorlardı. bu karnaval şehir şehir dolaşırmış böyle. ama kendimizi karnavalın kargaşasına, neden leiden'de olduğumuzu unutacak kadar da kaptırmadık: hem amsterdam dışında bir kenti gezecek, hem de eski bir dostla hasret giderecektik. karnavalın yayılmadığı sokaklardaki özgün yapılar ve dingin kahvehaneler kısa bir süre sonra ilgimizi daha çok çekmeye başladı. büyük bir rastlantı sonucu hollanda'nın ünlü yel değirmenlerinden bir tanesini de görme şansı bulduk leiden'de. sanmayın ki hollanda'nın simgesi yel değirmenleri her yerde görülebiliyor. tam tersine bir yel değirmeni görebilmek için araştırıp bulmak gerekiyor. biz de bu vesile ile bir yel değirmeni gördüğümüze çok sevindik.

hollandalılar için akşam yemeği saati tam 18.00 imiş, ne erken, ne geç. saat 18.00'e yakınlaşırken adımların hızlandığını gözlemleme olanağımız oldu, karnavaldaki kalabalık da ortadan kayboldu. işte bu saatlerde bilanço gözler önüne serilmeye başlandı: ortalık korkunç bir biçimde kirlenmişti! bizim taze meyve-sebze aldığımız sokak pazarlarında, akşam, pazarcıların gitmesiyle belediye işçilerinin gelmesi arasındaki süreçte ortalık nasıl görünüyorsa karnaval sonrası leiden sokakları da aynı öyle görünüyordu. sanki şehir çöplüğü rüzgarla şehre yayılmış gibi bir görüntü hakimdi leiden sokaklarına.

ilk öğretim üçüncü sınıftaki yeğenim geçenlerde:

- halkımız çok pis ne yazık ki. türkler sürekli etrafı kirletiyor. oysa avrupa'daki şehirlerin sokakları hiç bizimkiler gibi kirli değil. (büyümüşte küçülmüşe bakın.)

- ulen yumurcak! sen avrupa'nın kaç kentini gezdin ki?

- hiç gezmedim. ama öğretmenimiz öyle söylüyor.

büyük olasılıkla bizim yumurcağın öğretmeni de avrupa'nın herhangi bir kentini gezmiş değildir. ona da birileri böyle söylemiştir. gezmiş olsa, benim gibi o da akşam saatlerinde şehrin sokaklarının ne kadar kirli olduğunu gözlemleyebilecekti.

müthiş bir italyan lokantasında akşam yemeğimizi yedikten sonra, eşlerimizle birlikte kanal kenarında, "hollandanın yüzen tekne-evleri"ne komşu bir kahvehaneye geçtik.

karnaval sonrası ortalığın bu kadar kirlenmiş olması bende epey bir düş kırıklığına neden oldu. anlayacağınız bu konuda avrupalıların türklerden hiç farkı yok, türkleri bu nedenle küçük görenler yanılıyorlar. keşke olsaydı. keşke daha duyarlı olunsaydı. keşke avrupa ulusları türklere yerlere çöp atmama konusunda örnek olabilselerdi. ama durum bu değil. çok yazık.

kahvelerimizin geldiği sıralarda benim bu düş kırıklığımdan konuşuyorduk:

- daha da kötüsü var. karnavalda çokça alkol aldıkları için taşkınlık yapıyorlar ya da en basitinden buldukları sokak köşelerine pisleyebiliyorlar. sokakta yürürken kokular insanın burnunun direğini kırıyor.

- bu kadar ileri gidiyorlar mı?

- evet. hatta geçenlerde bir müzede, çok eski bir karnaval tablosunda, aynı davranışların o zamanlar da yaygın olduğunun ayrımına vardık. o zamandan bu zamana fazla yol alamamışlar. ama gece temizlikçiler şehrin bütün sokaklarını temizliyor ve sıklıkla sokakları yıkıyorlar. sabah olduğunda akşamki görüntüden eser kalmamış oluyor.

anlayacağınız avrupa şehirleri ile türk şehirleri arasındaki görüntü ayrımı "belediyecilik" başarısından kaynaklanıyor. yağmur yağdığında ayakkabıların hiç çamurlanmaması, yağmur sularının yollarda hiç birikmemesi, sokakların tertemiz olması, sokaklarda hiç çalışma görülmemesi... gibi avrupa şehirlerinin övülesi güzel yönleri tamamen belediyelerin çok çalışması ile bağlantılı sonuçlar. türkiye'de belediyeler çalışmıyor, sokaklar o yüzden bu halde oluyor.

- sokaklara çöp atmak yasak değil mi?

- yasak ama türkiye'de de yasak. kişi yakalanmayacağını düşündüğü sürece atmaktan kaçınmıyor, koca karnavalda hangi birisini yakalayacaklar? kişi yakalanacağını ve ceza yiyeceğini düşündüğünde çöp atmaktan geri duruyor. türkiye'de hiç kimse yere çöp attığında ceza yiyeceğinden korkmuyor ki! avrupalı bile kendi ülkesinde ceza yiyeceği korkusuyla yerlere çöp atmazken türkiye'ye gelince atıyor.

anlayacağınız avrupa şehirleri ile türk şehirleri arasındaki görüntü ayrımı "yasa uygulayıcıların" başarısından kaynaklanıyor. kırmızı ışıkta hiç kimse geçmiyor, yaya geçidinde yaya varken hiç kimse aracıyla üzerine sürmüyor, bisiklet ya da motosikletlere yol önceliği tanınıyor... avrupa şehirlerinin övülesi güzel yönleri yasa uygulacılarının başarısı ile bağlantılı sonuçlar. türkiye'de yasa uygulayıcıları da düzgün çalışmıyor.

kahveler içildikten sonra geri dönüş zamanı geliyor. iyi bir dostla insan her zaman birlikte olmak istiyor ama uzun aralıklarla görüşmek de çok sorun olmuyor. her görüşmede kaldığı yerden sürüyor dostluğunuz, gönülden ırak olunmuyor. insanın iyi bir dostuyla birlikte olması müze gezmekten daha çok değiştiriyor onu, daha çok şey katıyor. ayrılmanın acısı yeniden görüşmenin özlemine dönüşüyor hemen...

Hiç yorum yok: